24 Ağustos 2014 Pazar

Ana kız başbaşa



Kocam pazar günü bir toplantıya gitti ve perşembe günü dönüyor.Tam olarak beş gün kızım ve ben başbaşayız. Bunun iyi ve kötü yanlarını listelemek istiyorum.Neden çünkü hislerimi bile listelemekten hoşlanan deli bir tipim :) Listeler beni huzura kavuşturuyor sayın okur, idare ediverin.

İYİ TARAFLAR:

1.Akşam yemeklerinin daha sade geçmesi, Duru ve ben tek bir çeşit yemekle idare edebiliriz.Kocam olduğunda salatası,makarnası derken bayağı şenlikli oluyor. Ve elbette sonuç olarak daha az bulaşık çıkması.

2.Kızımla yemekten sonra erkenden yatağa girip kitap okumak ve sonra uyumak.

3.Yatakta üç kişi yerine iki kişi olmak.

4.Erkenden yatağa girilmeyen akşamlarda ise dolapta giyilmeyenleri ayıklamak, Amsterdam defterini hazırlama, {kocanın gelmesine yakın} kek yapmak gibi aktivitelerle doldurabilmek, biriken işleri halletmek.

5.Ben bir kaç haftadır protein ağırlıklı besleniyorum ve yıllar sonra tartıda 54 rakamını gördüm.Eski okurlar bilir bir dönem tüm hedefim 55 olabilmekti.Şimdi ise yeni hedefim 50 kilo olmak.Kemiklerim çok ince olduğu için 55 kilonun büyük çoğunluğu et ve yağ.163 boya 55 kilo iyi falan diyen okurlar öncesi sonrası yazısını beklesin:)Neyse işte tüm bu ıvır zıvırın kocamın gidişiyle bağlantısı şu: evde olmadığı için diyetimi baltalayamayacak:)) Yemek sonrası galetaları nutellaya batırmak, çayın yanına kek yemek, dondurmacıya gidince en sevdiğim kakaolu dondurmayı yemek gibi aktiviteleri yapan biri olmayınca diyet yapmak çok daha kolay olacak:))

KÖTÜ TARAFLAR:

1.Duru'nun tüm bakımının bana kalması.

2.Murat'ı çok özlemek.Ve bu ikinci madde tüm iyi tarafları gölgeliyor.

Normalde Murat'ın toplantısı olduğunda ben hep annemlerin yanına giderdim ama bu sene kardeşim TUS'a hazırlanıyor ve sınavına sadece 21 gün kala bizi evde istemedi:) Kardeşimin çatlaklığı işte. Ders çalışırken evde kimse olmazsa konsantre olamıyormuş dolayısıyla annemin evden çıkması yasak, evde çok fazla kişi olursa da çalışamıyormuş bu yüzden biz de bu dört günü kızımla baş başa geçireceğiz.İnşallah TUS'ta derece yapar yoksa kendisini burada madara ederek intikamımı alacağım :D



22 Ağustos 2014 Cuma

Amsterdam 2



Her yer bu fotoğraftaki gibi evlerle dolu.Masal gibi bir şehir Amsterdam.Refah içinde yaşıyorlar, Avrupa Birliği ülkelerinde ilk beş içindeymişler.Eğitim seviyesi çok yüksek.Herkes İngilizce biliyor.İnşaat işi yapan elinde testere olan bir adama İngilizce yol sorduk kalkıp çok aksansız ,temiz bir İngilizce ile yolu tarif etti.En çok eğitimlerine özendim.

İlk iki gün deli gibi bebek arabası ararken şehirde gezmeyi planladığımız pek çok yeri gezmiş olduk.{Kucağımızda kızımızla}Şehir hakkında bir fikir edindik.Ve yine o ilk gün Dam Meydanında bulunan Madam Tussaud müzesini de gezdik.Müzede o kadar çok fotoğrafımız var ki müzeyi ve Dam meydanını başka bir yazıya saklamaya karar verdim:)

Meydanlar , caddeler,müzeler ve pazarlar olarak belirlemiştim gezilecek yerleri.Dam, Rembrantplein, Museumplein, Leidseplein belirlediğim dört meydandı.Hepsine ve hepsinin etrafındaki önemli caddelere gittik.Meydanlar bizim Taksim gibi çok geç saatlere kadar yaşayan yerleri şehrin.Yemek içmek için de , gezinmek için de idealler.

Hope on hope off diye bir tur sistemi var.Gitmeden önce Avrupada başka şehirlerde hatta İstanbulda'da olan bu sistemin Amsterdam'da olduğunu da öğrenmiştim.Bir günümüzü de Türkçe dil seçeneği olan bu otobüslere ayırdık.24, 48,72 saatlik biletler alıyorsun.12 güzergah belirlemişler, yolada kulaklıktan bant yayını var istediğin dilde rehberi dinliyorsun ,önemli duraklarda duruyorlar istersen inip geziyorsun istemezsen devam ediyorsun.İndiğin duraktan her onbeş dakikada bir hope on hope off otobüsü geçiyor işin bittiğinde bir sonraki otobüse binip gezmeye devam ediyorsun.Biz ilk turda mesela hiç inmedik otobüsten.Tüm durakları öğrendik sonra istediklerimizde inip binerek şehri gezdik.

Kanal turunun da benzer bir şekli var ama biz inip binmeli olmayan bir kanal turu tercih ettik.Kanallarda gezinmek ve fotoğraf çekmek harikaydı.Duru turda kafası masada uyuyakaldı, çok şirindi:)

Bit pazarı ve meşhur Albert Cyrup 'a da uğradık.Albert Cyrup'u ilk seferde bebek arabası aramak için şöyle bir gezmiştik ikinci sefer daha bir adamakıllı gezdik.Kendime iki tane eski elbise aldım.Vintage ayağına giyerim diye.Tabi denemeden.Evde giyince çok komik oldum tabi, kollar falan felaket:) Terziye uğrayıp düzelttirirsem giyilebilirler belki.Pazarı internette bir anlatmışlar bir anlatmışlar gidip baktım bizim pazarların tırnağı olamaz.Kalitesiz, eski püskü tipli ıvır zıvırlar.Sadece peynir kaliteli ve ucuzdu bak aklınızda olsun.

Amsterdam o kadar pahalı ki elini attığın şeyin Türk parası ne kadar ettiğini anladığında elini çekiveriyorsun.Albert Cyrup'da eski püskü iki elbise 5 Euro olunca alayım bari dedim.Bir tür gaza gelme aslında:)) Türkiye'de o şeylere 15 TL hayatta vermezdim:)

Bit pazarından da Duru'ya çok hoş iki biblo, kendime eski püskü bir yüzük aldım.Çok şirin bir toka gördüm kesik kalem şeklinde ne kadar dediğim satıcı al götür dedi:)

Hema diye bir alışveriş merkezleri var oradan değişik yapışkanlar,desenli kumaştan kitap kapları, kalemler, acayip bir oje aldım.Duikelman diye bir pasta malzemeleri satan mağazadan Duru'ya Happy Birthday kelimelerinin her bir harfinin mum olduğu bir set ve babasını yeni kaybeden ve pastacılığa merakı olan bir arkadaşıma hediye olarak cupcake şeklinde çikolata kalıbı aldım.

Bunun dışında bir çöp almadık.Oradan taşıdığına değecek bir şey de yoktu zaten.Orjinal değil , ucuz hiç değil.

Pazarlarda satılan kibbeling diye satılan bir kızarmış balık var yolunuz düşerse garlic sos ile alın onu çok lezzettli.Bunu da araştırmalarımdan bulmuştum.Kocam "sen önermesen tipine bakıp bunu hayatta yemezdim" dedi.Denemek için azıcık aldığım kibbeling hemen bitince ikinci partiyi aldım dükkandan:) Yerlileri daha çok haring dedikleri soğan ve kornişonlu sandviç şeklinde hazırlanan çiğ balıktan yiyordu ama.Çiğ köfte kültüründen gelen biri olarak kınamamaya çalıştım ama ekmeğin içinden görünen küçük çiğ balıkçık çok iğrençti :)

Her yerde patates kızartması var.Acı seviyorsanız spicy sosla deneyin derim.



Her yerde geçen kanallar şehrin masalsı havasını destekliyor.Fotoğrafta elimdeki kağıt notlarım:) Ne olur ne olmaz diye basılı aldım:))Ama hiç internet sorunu yok hemen her yerde wi fi ücretsiz.

Yolların yanında pembe bisiklet yolları var. Her yere bisikletle giden her yaştan Amsterdamlılara çok özendim..Ama bu bisiklet meselesi yüzünden karşıdan karşıya geçmek tam mesele.Arabalara baktın, tramvaya baktın, bisikletleri unuttuysan üzerine son hız gelen tri tri diye zile basan sinirli bir Hollandalı görebilirsin.Seni de hiç acımaz ezer sayın okur:) Topuklu ayakkabılı, döpiyesli kadınlar da gördüm, iki küçük çocuğu kendi bisikletiyle anneleri kendi bisikletiyle gidenleri de.Dört katlı bisiklet otoparkı vardı düşünün!

Üç müze seçmiştim gezmek için.Madam Tussaud, Van Gogh ve Rijk museum. Madam Tussaud'u ilk gün gezdik eğlenceli ve turistik bir müze.Entellektüel birikime katkısı sıfır:)Ama çekilen eğlenceli fotoğraflar ve ailece geçirilen zaman açısından paha biçilemez:)

Notlarımda Van Gogh ve Rijk müzesini gezmeye bir sabah ayırmışım.Birbirine çok yakın iki müze olduğu için.Ama araba meselesi bize iki gün kaybettirince sadece birini gezelim dedik ve Rijk müzesini seçtik.Rijk müzesinin içine girince anladım ki sırf bu müzeyi adam akıllı gezmek için bile iki gün lazım.Sistemlerine hayran olduğum Holllandalılar müze yapmış sayın okur.Bizimkiler gidip görse keşke!

Alttaki fotoğraf Rijk müzesinin içinden.Bu müze çok fotoğraflı başlı başına bir yazıda anlatılabilir ancak.Bir sonraki yazıda bir müze olacak yani.Madam Tussaud ya da Rijk.Bakalım:)


21 Ağustos 2014 Perşembe

Amsterdam (nihayet)


Hala fotoğraf ayıklayamadım ama telefonla çekilen bir kaç fotoğrafla bir başlangıç yapmak istedim.Heykel ineğin üzerinde "Lütfen ineğin üzerine oturmayın" yazıyor olması bana çok komik geldi.İnsan her yerde insan işte:)) Ve daha da komiği o yazıyı görmeden önce Duruşu ineğin üzerine oturtup fotoğraf çekmeyi düşünmüştüm:))

Bu sene yeşil pasaport aldık biz.Yuppi.Bunu kutlamak için de hemen bir Amsterdam gezisi ayarladık.Çok aceleye geldi, uçak bileti, otel falan çok da ucuz olmadı,ilk kez tursuz falan yurtdışına çıktığımız için biraz acemilik oldu, THY sağolsun bebek arabamızı iki gün sonra bulup getirdi ama tüm bu aksiliklere rağmen sonuçta dönüp baktığımda beni gülümseten çok güzel bir altı gün oldu diyorum.

Öncelikle herhangi bir turla değil de kendimiz gideceğimiz için çok sıkı bir ön araştırma sürecine girdim.Bir sürü blogdan Amsterdam hakkında bilgi topladım, internetteki haritalardan ne nerede öğrenmeye çalıştım, yemek kültürleri, neler alınır, nereler gezilir çok sıkı notlar çıkardım.Mesela  bu blog bana içerden haberler verdi.Ne beklemem gerektiğini, bir Türk'ün gözüyle anlattığı için çok sevdim.

Bu, bu , bu  ve bu bloglar da bana çok yardımcı oldu.Sonuçta bu kadar çok sonuç Amsterdam'a ne çok giden kişi olduğunu da gösterdi bana.Demek ki rotamız doğru diye düşündüm:)

Tüm bu bloglardaki bilgileri " yemek, hediyelik, gezilecek yerler" gibi kategorize ederek bir word dosyasında topladım.Sonra gezilecek yerleri harita üzerinde çalışmaya başladım.Gün gün nereye gideceğimizi belirledim.Gidilecek yeri belirledikten sonra nerede yemek yenecek, yakınlarda önerilen bir mekan var mı gibi ayrıntılara da haritada çalıştım.Otelimizin yerini haritada belirledim, oetele yakın yemek yenebilecek yerler, havaalanından otele nasıl ulaşılacak gibi ayrıntıları da unutmadım.

Daha önce Duru yokken yurt dışına çıktığımızda yemekle ilgili çok sorun yaşamıştık.Ciddi ciddi aç dönmüştük hatta.{Helal et meselesini önemsediğimiz için} Okuduğum bloglarda bu konuda bir bilgi bulamadım o yüzden de öğlen ve akşam için bir Türk lokantası ayarlamaya çalıştım.

Yemekle ilgili  sorun çıkarsa hiç değilse kahvaltımız sağlam olsun mantığıyla sabah kahvaltısını otelden ayarladık.Duru sabahları mis gibi kızarmış ekmek üzeri tereyağı, süt, peynir ve yumurtadan oluşan kahvaltısını yapıyordu.Annesi de pankek üzerine maple şurup :P

Öğlen ve akşamları da dört peynirli pizza, vejeteryan pizza,margarita pizza gibi bir sürü pizza seçeneğimiz oldu.Bir New York Pizza vardı sayın okur pizzaların  tadı hala damağımda.

Duru asla pizza yemedi {mümkün mertebe fast food a alışmasın diye uğraşıyorum} ama sokakta satılan muhteşem patates kızartmaları {fast food sayılmaz}, her sokakta bir tane bulunan helal yemek satan lokantalardaki mercimek çorbaları,  tavuklu çorba gibi seçeneklerle kızımız da hiç aç kalmadı.

Pankekler, taze hazırlanan nutellalı krepler de işin zevkli yanıydı.Yemek üstü tatlı niyetine yiyip durduk.Ama o kadar çok yürüdük ve yorulduk ki bu delice yemeye tek gram bile almadan dönmeyi başardım!

Turla dolaşmadığımız için ara sokaklara daldık ya da kendi istediğimiz saatte kendi istediğimiz yerdeydik ve istediğimiz yeri istediğimiz saatte terk edebildik.

Sonuçta gün gün ne yapacağımızı bile belirlemiştim.Süper hazırlıklı bir şekilde uçaktan indik ve valizlerimizi beklemeye başladık.Ve valiz geldi ama bebek arabası gelmedi!

Kızım orada rahat etsin diye küçük arabayı değil kocaman Mclaren travel setin arabasını almıştım yanıma.Tam yatıyor, korunaklı diye düşünmüştüm.Araba kaybolmasın diye de Adana'dan verdik İstanbul'da bile almadık Amsterstam'da teslim edilsin dedik.Buna rağmen bu başımıza gelene inanamadık:(

Bir form doldurduk ve otele gittik.Duru yürümekten nefret eden , kucakçının önde gideni olduğu için size o iki gün neler çektik anlatamam.15 kgluk bir çocuk kucaktayken cennet bile insana güzel gelmez sanki.Kocamla birbirimize sarmaya başlamıştık yorgunluktan:))

Türk Hava Yollarına söylemediğimiz laf kalmadı.En komiği Duru da "THY  Allah seni kahretmesin" diyip durmaya başlamıştı.Sonra bir gün "Allah seni kahretmesin Atatürk" demesin mi? Şok oldum."Kızım biz  Atatürk'ü çok seviyoruz ,neden öyle söyledin" dediğimde bana şaşkın şaşkın baktı.Yavrum Türk Hava Yolları ile Atatürk kelimelerini karıştırmış meğerse:))) THY 'ye söylenmeyi hemen bıraktık tabi:))

Arabanın geleceğini bilsek neyse de o iki gün Amsterdam tatilimiz mahvoldu diye çok üzüldük.Bebek arabası aramaya başladık.Çok pahalı dediler onu bile önemsemedik.Ama Amsterdam'da bebek arabası bulamadık!!

İlk iki gün bebek arabası aranıp durduk.Albert Cuyp diye meşhur bir pazarları var oraya gittik, yolda bebek arabaları kadınları çevirdik, Türk marketlere girdik ama yok yok yok.Bizdeki gibi her iki adımda bir bebek mağazası, çocuklar için oyun parkları yoktu.Ben Adana'da Şok Marketin bile bebek arabası sattığını bilirim:)

Ferdinand Bolstraat üzerinde Kılıçlar market var.Sahibi olan Sivaslı bey cidden muhteşem bir insan.Havalalanını aradı, dükkanda eski araba arandı, illa gidin bizim evdekini alın dedi, gelen tüm müşterilere bebek arabası sordu.En sonunda da bizi THY'yi arayabilmemiz için bir başka Türk'e yönlendirdi.

İki günlük rezaletten sonra üçüncü gün sabahı havalanından bebek arabanızı(Kinder Vagen) bulduk bugün 11:00-13:00 arası teslim edeceğiz diye bir mail aldık.O gün sabah ilk kez gönül rahatlığıyla kanal turu ayarladık ve şehri mutlulukla gezdik.Otele geldiğimizde arabamız da gelmişti.

Kızım o günden sonra arabasından hiç inmedi ve hiç sorun çıkarmadı.Sabah kahvaltıya bile arabasıyla inmek istedi:)) Artık ne çok söylendiysek , yavrum annesinin peşinde bit pazarlarında, alışveriş merkezlerinde, sokaklarda saatlerce gezindi ama hep arabasında.Bir kez bile kalkayım, kucağınıza alın demedi.Genelde otele az bir mesafe kala pes ediyor onu yürütüyorduk, arabasını aldığımız ilk gün  otele dönerken "anne burayı yürümek çok zordu neyse ki arabam var" dedi:)

İşte gerçek Amsterdam tatilimiz de üçüncü günün ardından başladı...











20 Ağustos 2014 Çarşamba

#Selfie4



Amsterdam yazılarına hala başlayamadığım belli olmasın diye aralıksız başka konularda yazı yazıyorum:P  Bu selfie/ özçekim fotolarında aslında hedefim kendim hakkında bir şeyler anlatmak.Da işte zamanında yaptığım gevezeliklerden ötürü hakkımda bilinmeyen bir şey kalmadı sanırım:)

Zaten biliyorduk biz diye beni bozmayacağınızı umarak ;

1.Düğünlerde ağlarım.Hiç tanımadığım ,usulen gittiğim düğünlerde bile gelinle damat içeri girdiğinde evlenen benim kızımmışçasına gözümden bir tülü durduramadığım yaşlar akar. Utanç verici!

2.Kızımla ilgili büyüdüğünü gösteren bir şeyler olduğunda - otellerde mini discoda çıkıp dans ettiğinde bile- ağlarım.Mezuniyeti olsa ağla, okuma bayramı olsa tamam ağla da mini disco nedir ya !?

3.Türkiye'nin ulusal platformdaki her hareketinde ağlarım.Ne saçma bir cümle oldu ama şöyle bir örnek vereyim 23 Nisanda TRT'de yayınlanan her ülkenin çocuklarının çıkıp yöresel oyunlarını yaptığı programın en sonunda Türk çocukları çıkar ya hani hah ben işte orada bile ağlarım:))

4.Televizyonda çıkan her acı çeken çocuk,şehit haberleri, çocuğu hasta anne ya da çocuğunu kaybetmiş anne haberinde ağlarım.

5.Düşene gülmem.Annem mesela düşüne mutlaka güler ben neden güldüğünü dahi anlamam.Bir keresinde komşumuz düşmüş ambulansla hastaneye kaldırıyorlar annem balkona çıkıp bakamadı "gülüyorum ayıp olur" diye:)) Ben bakıp neler olduğunu anlattım artık.

6.Kardeşimle kocaman insanlar olduk hala kavga ediyoruz.Ben 33 o 28 yaşında.Birbirimizi çok seviyoruz, deli gibi özlüyoruz ama aynı evde üç gün içinde bir tartışma , bir kavga mutlaka çıkıyor.O çok gıcık biri diye belirtmeme gerek var mı :P Onun bloğu olsa gıcık olarak yazılacak kişi ben olurdum muhtemelen:)

Üniversitede okuyorum kardeşime gelirken elim boş gelmeyeyim de bir şeyler alayım dedim.Erkek çocuk, ortaokulda okuyor ne alabilirim bilemedim ben de yolda gördüğüm böyle çekildikçe şekil değiştiren kafa şeklinde hamurlardan aldım.Çok saçma biliyorum ama o zaman saçma gelmemiş demek ki.Fatih tabi hiç beğenmedi hediyeyi ama aldı eline oynuyor, sağa çekti sola çekti ,uzattı derken o kafa yarılıverdi.Kafanın içi de meğer un dolu muymuş? Ev battı diye annemden iyi bir azar yedi, evi süpürdü falan:)) Bana bir hışım döndü " Abla bana bir daha hediye falan alma lütfen" dedi.Hatırladıkça hala gülüyorum:)

Aslında ne maceralarımız var da birgün bu blog ortaya çıkarsa ve Fatih yazıları görürse beni çiğ çiğ yer diye hepsini anlatamıyorum:)





19 Ağustos 2014 Salı

Gündemden..



Aslında bir Amsterdam yazısı olmalıydı bu ama o kadar çok fotoğrafı ayıklamak, yazıya dökmek şu aşamada bana biraz zor geliyor açıkçası.Dün akşam babaanne ve dedemiz ile birlikteydik, yaklaşık bir haftadır görüşemiyorduk ve elbette birbirimizi özlemiştik.Bu akşam da çok eski arkadaşlarımızla dışarı çıkacağız.En iyisi fotoğrafları flash diske aktarıp iş yerinde öğlen arası yazı hazırlamak sanırım:)

E Amsterdam yazısı yazamıyorum ama yazmak istediğim de bir sürü şey var.Ben de araya bir gündem yazısı oturtayım istedim.

A cup of Jo blogumda linki olan , takip ettiğim ve sevdiğim bir blog.Farklı ülkelerde çocuk yetiştiren Amerikalı annelerin hazırladığı her birinde farklı bir ülkenin Amerikalı anne tarafından kendisine farklı gelen yönleriyle tanıtıldığı bir yazı dizisi var ;"Surprising things about parenting in.." Bu bölümü çok seviyorum, farklı kültürler çok ilgimi çekiyor.

Dün Joanna'nın sayfasını açtığımda bu kez Amerikalı bir annenin Türkiye'de çocuk yetiştirmek hakkında yazdığını görünce çok şaşırdım.Hemen yazıyı okumaya başladım ama açıkçası biraz da korkarak.Ülkem ve insanlarım hakkında acımasız bir yorum yapıldıysa çok üzülürüm çünkü.

Neyse ki yazı umduğumdan bile güzel.Amerikalı anne Türkiye'yi çok güzel anlatmış.İnsanlarımız da aileye cidden çok iyi davranmış,çok şükür.Yağmurda ıslandıkları bir gün yanlarına şemsiyesiyle yaklaşan bir adam gidecekleri yere kadar şemsiyeyi babasının kucağındaki bebeğin üzerine tutmuş mesela, yemek yedikleri restoranda çocukları sabırsızlanıp huzursuzlandığında gelen bir garson bebeği kucağına alıp gezdirmiş onlar da yemeklerini huzur içinde bitirebilmişler.Herkesin bebekleri ne kadar çok sevdiğini, maşallah dediğini anlatıp İstanbul'un en güzel yanının insanları olduğunu söylemişler:))

Oyun parklarını yanındaki spor aletleri garip gelmiş ki bana da ilk başlarda garip gelmişti şimdi normal buluyorum.Onlar yazınca bir zamanlar garipsediğimi hatırladım:))Atatürk'ten ve onu ne kadar çok seviyor olduğumuzdan bahsetmişler:) Yemeklerin ne muhteşem olduğunu yazmışlar, kahvaltı çeşitlerinin bolluğundan, çay içme alışkanlığımızdan, kaymaktan bahsetmişler.

Yorumlarda da hemen herkes ülkemizi ve insanlarımızı çok sevdiğinden mutlaka gelmek istediğini söylemiş.Öyle ki iki gündür yazıyı okudukça gözlerim doluyor.Sulugözün önde gideniyimdir {gizli sulugöz ama}, duygusallığım özellikle ülkem ve insanlarımla ilgili tavan yapmıştır ama bu yazının beni bu kadar etkilemesi beni bile şaşırttı:)))

Yazının tamamı için buraya tıklayabilirsiniz. Yazının altında yorum yapmış olduğumu görmek kimseyi şaşırtmasın :P

İkinci gündem maddemiz de Buse Terim. Eski okurlarım ne denli bir magazin meraklısı olduğumu bilir. Annem ve ben bu ülkede olup biten her şeyi çok sıkı takip ederiz.Sosyete camiasından , şarkıcılara kadar çok geniş bir yelpazede hem de. Magazini takip etmenin pek de havalı bir durum olmadığını biliyorum ama hayat başka insanların ne düşündüğünü önemseyemeyeceğim kadar kısa:)

Neyse işte magazin canavarı ben Buse Terim'i de takip ediyorum elbette.Yaşının çok küçük olması sebebiyle yaptığı saçma röportajları, instagram hesabında yazdığı komik yorumları falan çok da önemsemiyorum açıkçası.İşim dediği moda işinde de çok başarısız olduğunu düşünüyorum ama kendine ait bir işi olması için çabaladığını görüyor ve takdir ediyorum.Hepimiz hayatın bir ucundan tutmuş gidiyoruz işte.

Çok da önemsemediğim biri olduğu halde dün gazetelerde yayınlanan bu kızcağızın mayolu fotoğraflarını ve gazetecinin habere kattığı yorumu görmek beni çok üzdü.

Kadınların bu her daim güzel, her daim ince olmasını bekleyen saçma zihniyetten çok sıkıldım! Göbeklerini pantolon kemeri üzerinden sarkıtan erkeklerin "selüliti var, basenli, ay çok kilo almış, doğum kilolarını veremediği görüldü" şeklindeki haberleri ve insanlarda oluşturdukları algı beni çok rahatsız ediyor.

Güzellik sadece bacak, kalça, popo değil ki.Güzellik sadece zayıflık değil ki.Bakın eski resimlere ressamların resmettiği kadınlar bayağı etli butlu tipler.Eskiden güzel olan oymuş çünkü.Güzel olan hala güzeldir , güzellik değişmez algısı değişir.Neyi güzel bulduğumu değişir ama bu gerçek güzelliği değiştirmez.

Bir gülüş, mutlulukla parlayan bir cilt, neşeli bakan gözler, güzel şeyler söyleyen bir ağız güzeldir.Buse Terim'in bu habere yaptığı şu yorumu da çok beğendim :

"Şükürler olsun ki sağlığım ve huzurum yerinde.. Bana bugun yapilan tum o yorumlari ve yapanlari Allah'a havale ediyorum. Ben insanim, istedigim zaman kilo alirim, istedigim zaman veririm bu kendimden baska hic kimseyi ilgilendirmez. Ayrica ben manken degilim, vucudumla para kazanmiyorum. Insanlarin hayatlarinda bazi donemler olur kilo alirlar veya verirler.. Bunun hesabini veya sebeplerinin hesabini da kimse kimseye vermek zorunda degil aynada gordugunuz kendinizden baska. Bu her insana yapistirilan "kilolu", "zayif", "kilo almis, vermis" sifatlarindan buna gore yapilan yorumlardan ve insanlarin uzerinde bu konudan dolayi yaratilan bu baskiyla insanlari hastaliga kadar surukleyen bu nefret dolu kemiklesmis algidan nefret ediyorum. Ben aynaya baktigimda o yorum yapanlarin gordugu kadin olmadigimi biliyorum. Ve beni her zaman elimden tutan ve bana kendimi "kadin" gibi hissettiren bir adam var hayatimda. Ben bugun yine buna, benligime ve hayatta sahip olduklarima sukrettim. Gerisine de guldum gectim. Sizde oyle yapin"

Bu konuda bir anne olarak çok hassasım.Hayattaki en güzel şeylerden biri yemek yemek.Bunu bir vicdan azabına çevirmeden ama sağlığımızı bozacak kadar da abartmadan her şeyden yiyebilmek önemli.Bu haberler ve yorumlar yüzünden hasta olan o kadar çok genç var ki! Ben bile koca kadınım yıllardır beş kilo vermeye çalışıyorum :P Şu anda bile rejimdeyim:)))






17 Ağustos 2014 Pazar

Telefon kamerasından tatil

Büyük makina harici çektiğim fotolardan kolaj yaptım.Pek güzel oldu:)

Bunlar yol hallerimiz.Cay icmek icin, gozleme yemek icin mola verip durduk:)


Bu pozlarimizi cok sevdim.54678 kere falan yayinladigim icin siz de anlamissinizdir zaten:)


Bu cay zehir gibiydi.Ben icemedim ama Duru icmeyi denedi:) Ne olmasa dortte bir oraninda Erzurumlu bir dadastir kendisi:)


Burasi Alacatida bir dondurmaci.Dondurmamizi oturup yedik burada yanimiza Pinar Dilseker oturdu:) Durunun ikinci dondurmasini karsilarken ki yuz ifadesi :)



Bu yaziyi Amsterdamdaki otel odamizdan yazdigim icin turk Alfabesinin harfleri maalesef mefta.Kusura bakmayin:)

Amsterdam


Döndük biz! Cumartesi gecesi hatta pazar sabahı Adana'daydık.Bavul boşalt, çamaşır yıka, evi toparla, mutfak için alışveriş yap derken eve ancak yerleşebildik.

Amsterdam'ı çok sevdim! Evler şahane, düzen şahane, bisikletler şahane, patatesler şahane,yazın gittiğimizden havası şahane. Ama biz de ülkemizde bedava yaşıyormuşuz sayın okur.Oradayken neye elimizi atsak fiyatı üçle çarpmak moral bozuyordu:)E malum 1 euro= 3 TL.Şimdi burada her şeyi euro üzerinden değerlendirip sevinir olduk.60 TL 20 Euro mesela.20 kulağa çok az geliyor di mi?:)

Duru ile tatil, sevgili(!) THY, Amsterdam 'da Türkler, ne yenir ne içilir, nereler gezilir gibi başlıklarla yazmayı düşündüğüm çok bol fotoğraflı Amsterdam yazısı yolda !

10 Ağustos 2014 Pazar

Dönüş yolu ve Ankara {aile gibisi yok!}

Ve işte Çeşme-Alaçatı'daki tatilimizi bitirip dönüş yoluna geçtik.Yeni hedefimiz Ankara.Ailem burada oturuyor.

Yolda çok güzel heykeller, reçeller, zeytinler ve zeytinyağları arasından geçiyoruz.Çeşit çeşit meyve satan insanlar da var.Yolda durup bir kiraz alma maceramız var ki evlere şenlik.Dört yerde durduk ve almadık:))

Durduğumuz son yerden annemlere zeytin alıyoruz.Babam zeytine bayılır.Her gidişimizde cezerye götürmemizden herkeslere fenalık geldiği için ve Adana'dan direk gelmediğimiz için zeytin iyi bir seçenek.Duru da tam bir zeytin canavarıdır.Bir oturuşta 30- 35 tane yemekten bahsediyorum sayın okur:) {maşallah}

Murat zeytin pazarlığındayken biz de heykeller arası foto çekiliyoruz.Bir sürü leylek görmeme rağmen gördüğüm leylek heykellerini de atlamıyorum:P






Yolda deli gibi acıkıyoruz.Babam yolda arayıp bir şeyler yemememizi tembih ediyor akşama meşhur kavurmasından yapacakmış ama sabah kahvaltısından akşam yemeğine kadar beklememiz mümkün değil.Uşak 'da duruyoruz.Çeşitli bloglar buradaki 'zavallı kurufasulyeci' yi öneriyor.Gidiş yolunda adını görüp eğlendiğimiz bu yeri hemen buluveriyoruz.

Öneren herkese teşekkür ederim.Böyle bir kurufasulye olamaz!

Fotoğraf çekebilmek için çok uğraştım.Ama ışığı bir türlü ayarlayamadım ve çok kötü bir poz yakaladım.Ama anı olsun diye koyuyorum , kusura bakmayın.




Arkadaşları bu işletmeyi açtığında kendisiyle dalga geçtiği için bu ismi koymuş sahibi.Servise bakan garson bey çok kibardı.Biz hesabı ödedikten sonra yola gidiyoruz diye elimize üç şişe su verdi.

Yemek yanında salata, cacık ve turşu ile geliyor.Ama biz kurufasulyeye gömüldük açıkçası:)




Duru'ya söylediğimiz yeşil fasulye de nefisti.Çatal değdiğinde ikiye ayrılan kılçıksız yarım porsiyon yeşil fasulyenin tamamını bayıla bayıla yedi bizim kız.



Yemekten sonra da peynir tatlısı dedikleri Kemalpaşa tatlısı geliyor.Üzerine tahin ve cevizle nefis olmuştu.Murat çok beğenmedi ve ben maalesef üç tane falan yedim:) Dondurma yemeyip şerbetli tatlıya hayır diyemeyen bana kocaman bir aferin:)

Oradan kalktıktan sonra hiç durmuyoruz ve akşamüstü Ankaradayız:) Herkes bizi çok özlemiş.Ama en çok Duru'yu elbette.Kardeşim ve Duru :



Evde TUS çalışan dayı biraz göbek yamış ama bunu görmezden geliyoruz:)

Ertesi gün hep beraber IKEA'ya gittik.Sonra eve gelip aile sohbetleri, annemle akşam yemeği hazırlama derken iki gün geçiverdi.

Sabah anne kahvaltısı sonrası yola çıkıp erken akşamüstü eve vardık.Valiz boşalt,market alışverişi vs biliyorsunuz.

Her güzel şeyin bir sonu var! Çeşme ve Alaçatıyı görmek için bir sene daha beklememiz gerekecek.Ühü.Orada yaşayan sevgili okurlar kıymet biliniz, denize bizim için de giriniz, bol dondurma yiyiniz, akşamüstü esen rüzgarla birlikte yürüyüş yapınız.

Biz de yarın Amsterdam'a gidiyoruz:) Yuppi.Bir hafta yokuz ama arada taslaklardan yazı yollamaya çalışacağım.Amsterdam izlenimlerimle en kısa sürede görüşmek üzere..

8 Ağustos 2014 Cuma

Mısır


Böyle hunharca mısır mı yenir? Bittiğinde gıdının arasından bile mısır taneleri çıkıyordu:))

Alaçatı'da dünyanın en güzel mısırı dediler aldık gerçekten de çok taze(süt) bir mısırdı ama hiç tadı yoktu.Biz Adana'da çok daha güzellerini üçte biri fiyatına yiyoruz ayıptır söylemesi.

Ama tabi konu mısır olunca yediklerimizin GDO'suz olması en büyük beklentim.Bu konuyu da devlet eliyle bir denetim yapılmadığı sürece asla bilemeyeceğimiz için Alaçatı'da satılan tadı da olmayan mısırları almamanızı önerebilirim:)

7 Ağustos 2014 Perşembe

Çeşme, dondurma,çay

İlk akşam Alaçatı'ya gitmiştik, sonraki akşam otelde kalıp mini discoda takıldık.Üçüncü gün akşam rotamız Çeşme.

Alaçatıdaki hıncahınç kalabalıktan uzak, İzmir'in o güzel esintisini hissedebileceğiniz bir yer burası.Kulübün önünde poz veren küçük Çeşme yolcusu:



50 faktör güneş koruyucular, havuz kenarında elbise ile takılmalar, şapkalar ve tüm bu önlemlere rağmen sonuç; bir adet kara marsık.Deniz kenarında yanamayan gerçek beyazlara kılım.Annem mesela sadece kızarır:)


Bu da yavru marsık.Çok beyaz görünen ama annesi gibi kararıveren kızım.


Dondurmacı sırasında bir Murat :) Bu sefer ben yemedim, kilo mu aldım ne telaşı başlamıştı çünkü.



Favori dondurmacımız.Önünde her daim sıra var.


Baba kız dondrumacı güzelleri.Çeşme de ışıklar fotoğraf kalitesini çok bozuyor.Fotoğrafların hiç birini çok beğenmedim ama anıları belgelemek adına yazıya ekledim.


Kalp, kalp.


Geceyi deniz kenarında gezip, yorulunca oturup çay içerek noktaladık.Pek afilli çay bardaklarına rağmen içtiğim en berbat çaydı:)Çok azını içebildim kalanı Duru içmeye çalıştı.İki yudumda o da kesildi:)

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Mini disco gecesi, halk oyunları, Cemile

Otelde ilk gün harici pek denize gitmedik.Duru tuzlu diye sevmiyormuş denizi:) Sabah kahvaltıdan sonra havuza koşuyorduk.Öğlen 11'e kadar havuzda oynuyorduk.Su oyuncakları, diğer çocuklar, büyük havuzunda suya atlamaca oynama gibi aktivitelerle zaman su gibi geçiyordu.Murat böyle şeyleri pek sevmez.Neyse ki kızım benim gibi de suda tek başıma takılmıyorum artık:)




Alkoçlar otelde çok sevdiğim pek çok şey oldu.Bayram günlerinde odaya gazete ve kurabiye bırakmaları, banyodaki kutuda siyah lastik toka bulunması gibi bir sürü ayrıntıyı çok çok sevdim.Ama en çok çocuk kulubünü sevdim.{Bayıldım, hayran oldum, öldüm bittim.}


İçinde top havuzu , televizyon, boyama masaları olan bir oyun odası, küçük tuvaletler ve bahçesinde tahtadan salıncak, kaydırak bulunan bir parktan oluşan kulüpte üç tane öğretmen var.Çocuğu teslim ederken bir form dolduruyorsunuz ve çocuk sıkılıp çıkmak istediği zaman buraya yazdığınız cep telefonundan sizi arıyorlar, gidip çocuğunuzu alıyorsunuz.Havuzların yanında tahta bir çitle otelden ayrılan bir bahçenin içinde.

Duru da burayı bizim kadar çok sevdi neyse ki.11 de havuzdan çıktığında mayosunu değiştiriyor ve kulübe teslim ediyorduk.Bir saat kadar arkadaşlarıyla oynuyordu biz de kendi başımıza havuzun keyfini sürüyorduk.Sonrasında öğlen yemeği yiyor ve uyumak için odamıza çıkıyorduk.

Çeşme'nin havası o kadar güzel ki üçümüzde klimasız açık pencere önünde bembeyaz yataklarımıza uzanıp İKİ saat kadar uyuyorduk.Saat 15:00-16:00 gibi kalkıyor havuza dönüyorduk.

Akşam yemek sonrası Alaçatı ya da Çeşme'ye gitmeyi planlamıştık.İlk gün de Alaçatıya gittik biliyorsunuz.İkinci gün Duru yemekten sonra da kulübe gitmek istedi.O kadar eğleniyordu ki ona kıyamadık üstelik çocuksuz, iki yetişkin sevgili olarak tek başımıza uzun uzun yemek yemenin,sohbet etmenin tadını çıkarmak da çok çekici bir fikir gibi geldi.

Saat 21:30 da çocukları klüpten çıkarıyor, arka arkaya diziyor yemek yiyenlerin arasından geçirip küçük bir amfi tiyatroya götürüyorlar; mini disco.Biz bu noktada Duru'nun yanındaydık.Amfi tiyatrodaki kalabalığa, müziğe ve dans etmeye bayıldı.Yüz ifadesinden de anlaşılıyor sanırım:



Mini discodan sonra havuz başına geçtik.Halk oyunları ekibinin sahne alacağı söylendi.Gerçekten de pek çok farklı yöreden oyunlar oynayan muhteşem bir gruptu.

Onları beklerken Duru yan masada oturan ablayı ve yanında sigara içen delikanlıyı fark etti.Sigara içmenin ölümcül olduğunu bildiğinden o çocuk ölürse ablanın ağlayıp ağlamayacağını merak etti.Böyle garip meraklarına alışık olduğumuzdan güldük ama o ablaya sormamız için ısrar ediyordu."Yanındaki çocuk ölürse ağlar mısın?" diye soramam ben ama sen sorabilirsin dedim.Gidip kızcağızın tam karşısına geçti, gözlerini dikti.

Abla anlayışlı biriydi, adı Cemile'ymiş.Duru da saçma sorusunu sormadığından gayet iyi anlaştılar.Ablanın kucağına bile oturmak istedi.Annem duysa ağlar o kadar Duru'dan beklenmeyecek bir hareket:)

Ertesi akşam Cemile Abla ile yine ama bu kez asansörde karşılaştık.Akşam yemeği için çok özenli hazırlanmış, beyaz uzun bir elbise giymişti.Duru "Anne Cemile bu gece evlenmiş mi?" sorusu ile bizi çok güldürdü.Cemile Abla bu soruyu da duymadı neyse ki;)

Tatili yazmak çok hüzünlü oluyor.Neyse ki anlatacak bir kaç bir şey daha var ;)

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Alaçatı


Alaçatı'ya bu bizim üçüncü gidişimiz.Pek bir numarası olmayan sokaklar, kalabalık gibi sebeplerden çok çok da bayılmıyoruz bu sebeple sadece bir gecemizi Alaçatı'ya ayırmaya karar verdik.O gece de hedefimizi "ünlü görmek" olarak belirledik.En az iki diyordu kocam:)


Duru kokuya çok hasaas bir kız.Biliyorsunuz. Burada da kokoreç kokusundan rahatsız olup burnunu tıkamış.Bunu anladığımda gülmekten ölecektim:)


Daracık sokaklara tezgahlar açılmış.Hediyelik eşyalar,biblolar, lavantalar, mısırlar, takılar satılıyor.






Biz de kendimize anne kız aynı bilezikten aldık.Duru bir balık olduğu için onun bileziği balıklı:) Alttaki dondurmalı fotoğrafında bileziği görülüyor.

Ve işte Alaçatı'ya gelme sebebimiz.Mavi dondurma ! {Benimkinde pembe de var }








Şimdi gelelim ünlü görme hikayemize :) Alaçatı'da dolaşırken hemen hemen herkes ünlü arayışında.O kadar çok insanın yüzüne ünlü mü acaba diye baktım ki anlatamam.Bir de biz kocamla bir iki senedir eskisi kadar dizi seyretmediğimiz için yeni ünlülere biraz uzağız.Görüp de kaçırdığımız ünlü olmuş da olabilir.

Neyse bakına bakına gezerken daracık yolun iki yanına sıkış pıkış sıralanmış masalarda oturan bir ünlü farkettim."İzzet Altınmeşe" diye bağırdım ve kocama gösterdim.Masadaki herkes bana baktı , kocam da yerlere yatıyordu.Çünkü adamcağız "Burhan Çaçan'mış" :)))) Herkeslerden özür dileyerek kaçtık! Koskoca Burhan Çaçan'dan burada da özür diliyorum.Tamamen benim heyecanlanmış olmam ve elbette salaklığım :))

İkinci gördüğümüz ünlü de Pınar Dilşeker'di.Yan masamıza oturup dondurma yedi.Kocam "herkes bu sene Bodrum'a gitmiş" diyip durdu:) Eda Taşpınar'ı bile göremedik sayın okur:))



3 Ağustos 2014 Pazar

Yolculuk başlıyor.



Murat araba kullanmayı çok sever.Ben her tatile uçakla gitmek isterim o ise gideceğimiz yerde arabayla daha rahat ederiz diye ısrar eder.Bu kez de öyle oldu , şoförümüz hazır, biz hazırız ve istikamet Afyonkarahisar.

Yolda arabadan böyle bir sürü kare çektim.Celal Bayar Üniversitesini bile çekmişim:) Bu sene o kadar çok leylek gördüm ki seneye bir dünya turuna çıkarım muhtemelen.Onları delice bir mutlulukla seyrederken fotoğraf çekmekle zaman kaybedemeyeceğim için fotoğrafları yok maalesef.Yol çekimlerimden yayınlanmaya değer bulduğum iki kare:





Afyonkarahisar'da hedefimiz; " Aşçı Bacaksız". Ancak Ramazan ayında olduğumuz için servisleri yoktu.Ühü.Olsun Afyon'a tekrar gelmek için bahane olur diye tatilci tesellimizi verdik kendimize.Tatildeyiz ve hiç bir şey moralimizi bozamaz:)

Sonra otelimize giriş yaptık.Biz pek kaplıca ailesi değiliz.Ama Oruçoğlu tesislerini biz bile beğendik.Kocam soğuk hiç bir şeyi sevmeyen biri olarak sıcak havuza ba-yıl-dı.Bornozlar, kişiye özel plastik terlikler, güleryüzlü otel personeli gibi pek çok artısı olan otelin yemekleri de mükemmeldi.

Otelde eşim personelle konuşurken bir teyzenin elinde ilaçlarıyla sorun yaşadığını görünce "eşim eczacı" diyerek yardımcı olmak istemiş.Teyze geldi ,ilaçlarına baktık, biraz konuştuk.Akşam yemeğinde eşi ile oturduğu masanın yanından geçerken selam verdim, amca bizim masaya doğru yüksek sesle "kaç çocuk var" diye sordu.Of dedim "yalnız bırakmayın" muhabbeti başlıyor:) Ama amca bizi çok şaşırttı ve " başka çocuk olmasın bunu iyi yetiştirin" dedi.

Sonra yemeğini bitirip çıkarken masamıza geldi altı çocuğu olduğundan bahsetti, eşime dönüp "evin direği kim" diye sordu.Eşim beni göstererek doğru cevabı verdi:)) Sonrasında amca bize hayat dersi verecek diye beklerken amca "sabah işe gitmeden önce eşine dört tokat at" diyerek bizi tekrar şok etti.Ne diyeyim bilemiyorum:)

Harika bir gün ve sabahtan sonra {kahvaltı!} yine yollara düştük.Afyon otellerini kış tatili alternatifi olarak bir kenara not almış olarak istikamet Çeşme dedik.

Yolda yine pek çok fotoğraf çektim araba penceresinden ama hiç biri çok da içime sinmedi.Özellikle telefon telleri fotoğrafları çok bozuyor.Ama Atatürk'ün dağa işlenmiş bu muhteşem heykeli mutlaka yayınlanmalıydı değil mi?Sağdan soldan teller, elektrik direkleri görünmeyen tek kare fotom bu.Kötü fotoğraf kalitesine rağmen çok etkileyici!



Geçen sene Miplaya otele gitme sebebimiz internette Alkoçlar hakkındaki yorumlardı.Miplaya hakkında hiç yorum yoktu {Çünkü bu otel eski Mavi Otelmiş ve Miplaya adıyla yeniden açılmış}O oteli de ben çok güzel hatırlıyorum ama lüks düşkünü bir aslan burcu olan Murat pek sevmemişti.Bu kez gözümüzü kararttık, erken rezervasyonla Alkoçları ayarladık.Kötü yorum yapan insanlar neyi beğenmedi anlayamadım ama Çeşme'de Antalya standardlarında bir otel yapmışlar diyebilirim.


Bakın bu mesela bizi girişte karşılayan manzara.Giriş işlemleri yapılırken limonata, dut suyu, çilek suyu ikram ettiler.Otel personeli ilk günden "deli" demesin diye fotoğrafları eğilip ,bükülemeden çektim masa kompozisyonu bu sebeple biraz kötü :P



Resepsiyonda bekleyen en tatlı tatilciyi de kuzusuyla birlikte fotoğrafladım:




Ucuz olsun diye kara manzaralı oda istemiştik bakın bu da balkonumuzdan görünen kara manzarası ! Otel bu kadar güzel işte:)



İlk gün deniz kenarına gittik.Havuzun çevresi çok doluydu ve kızım kum oynama isteğiyle dopdoluydu.Çok tatlı bir de arkadaş buldu:



Murat denize gidip geldi ve " su sanki buzdolabından çıkmış gibi" dedi.Biz yine de Duru ile denize girdik.Kolluklarıyla yüzebiliyor artık:) Ve en önemlisi kafasını da suya sokabiliyor! Bu sene kızımla yüzme kursuna gitmiştik ve orada Gamze Hoca'nın Duru ile yaşadığı en büyük sorun kafasını suya sokamamasıydı.Suyun altından bana el sallayan Duru'yu görse mutluluktan ağlardı bence:)

Deniz, kum sonrası biraz da havuza gittik.Hazırlanıp akşam yemeğine indiğimizde Murat yemekleri çok beğendi.Yuppi! Sonrasında hazırlanıp Alaçatı'ya indik.Alaçatı fotoğrafları bir sonraki yazıda..;)



Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..