28 Ağustos 2015 Cuma

Pazar kahvaltısı..



...her zaman, her yerde güzeldir.Yeter ki sağlık olsun, aşk olsun..!
               
                    Bugün Cumartesi ve ben Ankaradayım :) Ama bu pazar kahvaltılarına övgüler yağdırmama engel değil elbette. Bu Pazar da annemle kahvaltı edeceğim sonra ver elini Adana. Evime , Murat'a döneceğim için mutlu babamı ve annemi özleyeceğim için mutsuzum. İşte tam da bu a hayat diyoruz :)

23 Ağustos 2015 Pazar

Mim: Hakkımda bilmediğiniz 11 şey


Bu mimi "Sade ve Derin" blogunda gördüğümde çok beğendim.Çok yayılsa herkes yapsa keşke.İflah olmaz bir meraklı olarak herkes hakkında her şeyi merak ediyorum çünkü:)

Benim hakkında buraya  yazamayacağım kimsenin bilmediği bir sürü şey var ama buraya yazabileceğim ve bilmediğiniz 11 madde bulmaya çalışacağım.Bir de burada herkes eski okur değil yeni gelenler de vardır mutlaka, eskiler de biz zaten biliyorduk diye bozmazlar beni {bozmazsınız di mi?}:

Bu 11 maddeyi bulmak da tam üç haftamı aldı.Baktım yazmadığım bir aile sırlarımız kalmış ,onları mı yazsam diye ciddi ciddi düşünüyorum , sonra annem aklıma geldi, oturup biraz daha konsantre oldum:)

1. Hiç bir eşyaya karşı bağlılık hissetmiyorum.Sevdiğim, görünce duygulandığım, çocukluğuma ait  eşyalar bile bir süre sonra beni sıkıyor.Çok severek aldığım bir kartlık, bayıldığım bir cüzdan yenisi ya da bir ikincisi alındığı anda gözüme batmaya başlıyor.Arabasına satamayacak kadar bağlananalar, ortaokuldan beri sakladığı pantolonu olanlar hiç anlayamadığım insanlar.

2. Çok sıcakkanlı ama bir o kadar da soğuk biriyim.Bu ikisi nasıl aynı anda olabiliyor şöyle anlatayım.Çok güleryüzlüyümdür, tanımadığım insanlarla sohbet başlatabilirim, hemen merhabalaşabilirim falan ama benim kendime ait bir alanım vardır oraya çok zor insan alırım.İnsanlara çok mesafeliyim.Anneme bile bir mesafem var.Bu durumdan rahatsız olabiliyorum bazen ama benim sorunum samimi ilişkiler kurmakla alakalı.Tamamen gerçek olmasını istiyorum her şeyin.Her şeyiyle güvenmek istiyorum bir insana.Beni incitmeyeceğine gözüm kapalı inanmak istiyorum.Yanında tamamen kendim gibi olmak istiyorum.Laflarımı tartmadan söyleyebilmek, yanlış anlar mı diye endişelenmemek, kibarlık yapmamak, alttan almamak vs.

Bir de ruh halim çok etkiliyor tavırlarımı.Bazen eski bir arkadaşa bile merhaba diyemeyecek kadar çekingenken  bazen hiç tanımadığım biriyle dost muhabbetine girebiliyorum.Bazen kimselerle gözgöze gelmemek için kafamı kaldıramazken bazen yüzümde parlak bir gülümseme etrafımdan geçenlere selam veriyorum.Aynı ben, aynı kişi bu kadar çekingen ve bu kadar girişken nasıl olabiliyor, bilmiyorum.

3. Kavga etmekten, bağrışmaktan çok nefret ediyorum.Benimle ilgisi olmayan tartışmalar bile canımı sıkıyor.Gergin ortamlardan hoşlanmıyorum.Bir tartışmaya girmemek için fikrimi söylemekten dahi vazgeçebilirim.Birinin bir fikir için benimle seviyesiz bir tartışmaya gireceğini, işlerin kişiselleştiğini hissettiğim anda " tabi haklı olabilirsin" der konuyu kapatırım.

4. Çok uzun süre ortodonti tedavisi gördüm ve sonuçtan hala çok mutlu değilim.

5. Kitap okurken kendimi o kadar çok kaptırıyorum ki etrafımla bağlantımı tamamen kaybediyorum.Bu yüzden hiç bir zaman kızını parka götürüp bir yandan kitap okuyan anne olamadım.Kitap okurken evi su basmıştı ve ben ayaklarım yere basıyor olmasına rağmen su neredeyse bilek hizama gelene kadar durumu farketmemiştim:)

6.İspanyolca öğrenmek, silahla poligonda atış yapmak ve fotoğraf çekmekle ilgili  kurs almak istiyorum.

7. Ben reddederlerse çok üzülürüm , zahmet veririm diye  insanlardan iyilik isteyemiyorum.Bu konudan bir kitap yazımda bahsetmiştim aslında.Ama çok zaman oldu ve kaç kişi böyle bir ayrıntıyı hatırlar ki.Bence hakkımda bilinmeyenlerden olabilir bu da.{Bu yazıda da kimseyi isim vererek mimleyememe sebebim bu.Beni reddedip mimi görmezden gelebilirler diye korkuyorum}

8. Pantolonda çamaşır izinden nefret ederim.Pamuklu olmayan çamaşırı bırak sentetik gömlek, bluz bile giyemem.İz yapmayan dikişsiz çamaşırların sentetik olması yüzünden rahatsızdım.Harika bir çözüm buldum.

9. 36 bedenim.Yıllar sonra nihayet! Ve şimdi hedefim 34 beden olmak:) 34 beden olduğumda ise hedefim bedenimi korumak olacak.Bu konuda daha daha daha ileri gitmeyeceğimi umuyorum.Bu konuda da şuna güveniyorum aslında istediğim zayıflık değil fit olmak.Bu sene belki haftada iki gittiğim spora ilaveten dövüş sanatlarına dair bir kurs almaya başlayacağım.Kendimi koruyabilmek, zayıf ama güçlü olmak istiyorum.Göründüğümden güçlü olmak, kocaman adamları yere serebilmek güzel olur.

10. Hayatta en sevdiğim insanla tek nefret ettiğim insan kardeş.

11. Her zaman içimde bir yerlerde bir konuda çok yetenekli olduğum umudunu taşıyorum.Tek sorun bunun ne olduğunu hiç bir zaman bulamamamak olabilir;)

İsteyen herkes hakkındaki 11 şeyi yazsın lütfen.Kim yazarsa , ne yazarsa yazsın merakla okuyacağım.

21 Ağustos 2015 Cuma

Duruca..


*Çok başım ağrıyordu ve Murat'ın da dışarda bir iş toplantısı vardı, geç gelecekti.Kızımla yatağa uzandık.Ben kitap okuyordum o uykusu geldiğini uyuyacağını söyledi.Sonra "uyuduktan sonra beni yatağıma götürebilirsin ama götürmemeni tercih ederim" dedi:) -götürdüm elbette-

Uyumadan biraz önce "anne çok uykum var ama senin başının ağrıdığını düşününce uyuyamıyorum" dedi..-içim eridi-




*Okul kıyafetlerini almaya gittiğimde oldukça kalitesiz ama ateş pahası giyeceklerle karşılaştım.Üç renk tişört vardı satıcı hanım üçünden de birer tane almamı önerdi ama ben mavi almadım bir bordo ve pembe olandan da iki tane aldım.Sonra şortu gösterdiler kirli bir gri renk."Kızım bunu gördüğünde bu erkek kıyafeti diyecek" dedim, güldüler.

Şort dizinin oldukça altında, beli lastikli ve rahat kesimli bu anlamda hoşuma gitti ama Duru görünce "bu erkek şortu" dedi gerçekten de:) Aldığım şeker pembesi tişörtler ve bizim beğenilerimizle giymeye ikna oldu neyse ki:)

Erkeğe benzeme korkusu o kadar fazla ki saçını bile toplamıyor.Yıllardır bu saç toplama konusunda yaşadığımız sıkıntının kaynağının bu olduğunu tesadüfen öğrendiğimde şok oldum.Saçını topladığında erkeğe benzediğini düşünüyormuş.Oysa saçını topladığında bin kat şirin oluyor.Saçlarını salkım saçak sallamasından hiç hoşlanmıyorum ama maalesef saçında toka en fazla beş dakika kalıyor:(




*Bizim yatakta uyumak için ısrar etmeye başladı son dönemde."Anne içimde bir his var" da başlangıç cümlesi.Korku hissi, sıkıntı hissi bir tür üzüntü..Ne kadar ağlarsa ağlasın kabul etmiyorum çünkü benim için konforlu bir uyku çok önemli.Sıkış pıkış uyumaktan nefret ediyorum, belim tutuluyor, boynum ağrıyor.

*Çok duygusal bir çocuk.Bir çizgi filmde bir köpek sahibi hastalanınca onun üzerine mi yatmış ne.Bunu bana anlatırken "çok duygulanıyorum" dedi ve ağlamaya başladı iyi mi:)

Bu kadar masum, saf, naif varlıkları katillere, hırsızlara, hırstan gözü dönmüş siyasetçilere, birbirinin gözünü oymaya çalışan kardeşlere dönüştüren nedir acaba? Hayat o kadar basitken, dünya hepimize yetecekken savaşmak, öldürmek nedir?

 Nedir gencecik insanları gencecik insanlara öldürtecek kadar önemli olan şey?

Bu yazıyı da buraya bağladım ya:) İyice yaşam gurusu olup çıktım! Yaşlandıkça içimdeki gençlere hayata dair öğrendiklerimi öğretme güdüsü bastırılamaz bir hale geliyor. Her sene daha da yaşlandığımı düşünürsek devamlı okurlarıma şunu söylemek isterim ; "yandınız!"   :))

Öğlen buluşması ..

 
Hamburgeri ekmekle yemeyeli çok oldu sayın okur.Marulun içine yapıldığında da aynı lezzeti verdiğini keşfettiğimden beri ekmek kalorisi almamak adına hep diyet burger yiyorum.
 
Hayatımızda ufak  tefek değişikliklerle daha sağlıklı beslenmek mümkün aslında.Çocuklara evde burger yaparken de bu yöntemin denenebileceğini düşünüyorum.Yalnızca ıceberg marul yerine diğer marulu tercih etmek gerekiyor sanırım;)
 
Sizin aklınıza gelen alternatifler varsa bana yorum bırakın lütfen.Her türlü sağlıklı beslenme önerisine açığım!



 
 
En sevdiğimiz hamburgercide, en sevdiğim insanla , en sevdiğim yemeği yerken benden mutlusu yoktu!


20 Ağustos 2015 Perşembe

Cuma!



Fotoğraf kötü ama içinden mutluluk taşıyor! Ve bugün de cuma olduğuna göre bu fotoğraf oldukça uygun oldu çünkü benim de içimden mutluluk taşıyor.

Çok güzel bir haftaydı.

Spor yaptığım her iki günde de karın kaslarım korkunç ağrıdı.Öksürürken, yataktan kalkarken, yana eğilirken canım acıdı.Çok uzun süredir hamlama yaşamıyordum bu yüzden kaslarımın çalıştığını hissettiren bu ağrılar beni çok mutlu etti.

İnsanlardan  güzel sözler duyduğum bir hafta oldu."Kötü sözlere çok üzülmemek güzel sözlere de çok sevinmemek gerek" diye kendime hatırlattığım halde yüzümde beliren kocaman gülümsemeyi bir türlü silemedim:)

Çok güzel kitaplar buldum.Aldım, okudum ve okuyorum.Güzel bir kitap okurken aklım biraz dumanlı oluyor.Normal hayatım sürerken bir yanım hala kitapta kalıyor çünkü.Başka bir dünyaya açılmış bir kapıdan geçmişim ve dönerken  bir kısmım orada kalmış gibi.

Bu hafta ülke gündemi herkes gibi beni de çok üzdü.Ben de herkes gibi çok ağladım, kahroldum, içim yandı.Yıllardır aynı şeyler yaşamaktan bıktım ama son yılarda her şey mizansenmiş gibi gelmeye başladı.Görmemizi istediğimiz şeyleri görüyoruz ve yaşıyoruz.Terörün içinde olanlar da, teröre karşı göğüs göğüse savaşan askerlerimiz de , her şeyi izleyen bizler de gösterileni görüyoruz ve büyük resmi kaçırıyoruz sanki.

Bugün şehitlere ağlıyoruz peki yarın ? Her şey o kadar hızlı değişiyor ki ben takip edemez oldum.

Şu yazıya çok güldüm.Aziz Nesin hikayeleri daha gerçek kalıyor bu olayların yanında.

Gülmeye devam...İşte  bir kaç eğlenceli baba .

Şu video her zaman sıkıcı bulduğum yogaya bakışımı değiştirdi.

Amsterdam da uygulanmaya başlayan "sarı bisiklet" fikri çok hoşuma gitti.Link burada.

Herkese sevdikleriyle geçireceği mutluluk dolu bir haftasonu diliyorum!


Konya

 
Konya'yı çok seviyorum.Daha çok Konya'da yemek yemeyi:P Konya'da pek gezdiğimiz söylenemez zaten:) Bu sefer de Eskişehir sonrası Adana'ya geçerken yemek için uğradık.Her zaman gittiğimiz Cemo'nun bu sefer farklı bir şubesine gittik.
 
 
Duru'ya bamya çorbası , bize etli ekmek ve son olarak da elbette sacarası:
 



Yani benim bu coşkuma bakıp yeseniz şu sacarasını "bu muymuş?" dersiniz.O kadar basit bir lezzet.Ama ben yemelere doyamıyorum.Şu fotoğrafa bakarken bile keşke iki tane yeseydim pişmanlığı yaşamaktayım:)

Sonra Adana'ya geldik ve hikaye kaldığı yerden devam etti...

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Eskişehir

 
Paris dönüşü İstanbul'a indik.Metroya atlayıp evimize geldik.Babam ve kardeşimle harika bir akşam yemeği yedik.Babamın meşhur kavurması, pilav ve salata, Duru içinde annemin anneanneme gitmeden önce hazırlayıp dondurucuya attığı köfteler.
 
Yemek sonrası çay içtik, sohbet ettik, freeshoptan aldığımız çikolataları yedik ve sabah erken kalkacağımız için yatıp uyuduk.Sabah 9:00 gibi kalktık, kardeşim işe gitmişti biz babamla kahvaltı yaptık sonra da Eskişehir'e gitmek üzere yola çıktık.
 
Adana'dan arabayla gelmiştik dolayısıyla Eskişehir'e de arabamızla gidiyorduk.Çok zekice! Eskişehir'e gitmeden önce liseden en yakın arkadaşlarımdan olan Neslihan'a yazıp nerelere gidelim demiştim.Neslihan üniversiteyi Eskişehir'de okudu.Bana Adalar, Hamamyolu, Sazova Parkı ve Yunus Emre Kampüsündeki Japon Bahçesini mutlaka gör demişti.Yenecek yemekler zaten belli.Çiğbörek ve Balaban kebabı.Yeme içme konusunu Google'a danıştım tabi:)
 
Nes dahil herkes "Papağan'da çiğbörek yiyin" dediği halde biz Google ve otel personelinin önerisi olan "Çibörek Evi"nde yedik.Öncesinde Duru'ya bir şorpa (çorba değil adı ama bildiğimiz düğün çorbası) söyledim çünkü Fransa'da resmen içimiz kurumuştu!
 
Bir kere çiğböreğin adı çiğbörek değil çibörekmiş! Benim her zaman sevdiğim bir lezzet.Ama şimdiki aklım olsa gidip Papağan'da yerdim.Yani lezzetliydi ama "ah olsa da gene yesem" de değildi! Ya da ben bu satırları tokken yazdığım için de bu şekilde yorumluyor olabilirim.
 
 


Sonra Sazova Parkına gittik.Gölge alan sıkıntısı vardı biz Adanalılar bile güneşten bunaldık ve hayvanat bahçesi henüz hazır değildi ama tüm bunlara rağmen çok güzel bir yerdi.




İçeride Eti Sualtı Müzesi vardı mesela.İçeri giriş 2 TL civardıydı ,Paris'de müzelere Euro üzerinden tonla para ödedikten sonra çok hoşumuza gitti.Girişte bir fotoğrafınızı çekiyorlar ve size bir numara veriyorlar.Çıkışta numaranızı söylüyorsunuz ve çeşitli arka planlarla hazırlanmış fotoğrafınızı seçiyorsunuz:)

Küçük olmasına rağmen oldukça zevk aldığımız müzeden fotoğraflar:

 
İçeride fotoğraf çekmek için çok güzel düşünülmüş oyuncaklar vardı.Duru korkunç bir köpekbalığının üstünde:



Kalıp balık Nemo:


Deniz yıldızları önünde biz:



Bu da içerde fotoğraf çekilsin diye hazırlanmış bir düzenek.Akvaryumun içine bir alan yapmışlar alttan eğilip giriyorsunuz ve sanki suyun içindeymişsiniz gibi etrafınızda yüzen balıklarla çıkıyor fotoğraflarınız :



Bu vatozlar acayip arkadaş canlısıydı.{Ya da açlardı, bilemiyorum.} Havuzun kenarına yaklaşıp duruyorlardı.Duru havuzun kenarına oturup poz verdiğinde birden yanında beliren bu şirin vatozla bu pozu yakalamak beni çok mutlu etti.Vatozun yüzü ne şirin değil mi?

Pozdan bir salise sonra Duru aniden beliren vatozdan korkup kaçtı işte o bir anda çekildi bu poz:


Arkada dünyanın en acayip balıkları önde biz:

 
Köpekbalığı:


Sualtı müzesi çıkışı açılmayan hayvanat bahçesi önü ve güneş mağdurları :

 
Bir korsan gemisi ve bir masal şatosu vardı.Onlarca herbiri birbirinden farklı ve çok ilginç çocuk parkları ve birde parkın etrafında gezen tren vardı.Kocaman bir köpek balığının ağzından kaydığınız kaydırak, mantardan evler gibi çok zevkli çocuk parklarında Duru zevkle oynadı.Bu da içine girip baktığımız korsan gemisi:
 
 
Masal şatosunun fotoğrafı yok ama içerde Yılmaz Büyükerşen'in bir maketini görünce bir poz çekilmek istedim.Adana'nın tüm eski belediye başkanlarından nefret etmeme sebep oldu kendisi:)

 
Oradan biraz dinlenmek için şehre çok yukarıdan bakan Şelale Parkı'na gittik.Manzarası harikaydı gerçekten:



Burada da çibörek yedik.Duru biraz yorulmuştu ve oldukça suratlıydı :P :

 
Şelale Park'ta bu levha çok hoşuma gitti:
 

 
Çıkışta Hamamyolu'na gittik.Eskişehir'in İstiklal Caddesi diyebilirim.Biraz gezindikten sonra ünlü "Met Helvasından" aldık.Sonra da  Balaban Köftesi için internetten belirlediğimiz Fahrettin Usta'ya uğradık.Duru yolda uyuyakaldı biz de bayağı bir yürüdük.Ama yemek gerçekten çok lezzetliydi.O küçücük dükkanı bulmak için uğraştığımıza değdi yani:

 
Yemek ve çay sonrası bu kez Adalar'a gittik.Burayı görünce ben yine Adana'nın gelmiş geçmiş tüm belediye başkanlarıyla ilgili hiç iyi olmayan hislere büründüm.Adamlar bildiğimiz kanalları almış , ağaçlandırmış, içine kanolar ve botlar falan koymuş.Çok şık bir yer olmuş.Adana' da kanallarda sadece sivrisinek olur bir de ne yazık ki boğulan insanlar:(
 
Venedik gondolları gibi olanları çizgili tişörtlü adamlar kulanıyordu ve Duru olmasa benim tercih edeceğim bu tip olurdu.Ama çocukla cesaret edemedim.

 
Biz bu arkamızda görünene bindik.2,5 liraya:P Canım memleketim.Üstelik Duru'ya bilet de kesmediler.Ama içerdeyken bir adam geldi ve başka bir aileye eğer çocuğa bilet almadılarsa çocuğu kucaklarına almaları gerektiğini söyledi.İçerde bir sürü yer varken ne gereksiz bir söylem.Bize söylememiş olsa da biz de rahatsız olduk acaba bilet alsak mı hemen diye bakınmaya başladık.Adam da mahcup olup çocuğunu kucağına alınca başka bir yolcu "biz çocuğa para verdik ama kucağımızda tutuyoruz" diye tepki gösterdi.Şimdi çocuktan para alınıyorsa bizden neden almadılar ve içerde bedavacı muamelesi gördük , alınmıyorsa o diğer adamdan neden almışlar.Sistemsizlik ve cehalet işte.Adam dışarı çıkarken bir saniye önce uyardığı adama boş yer varsa çocuğu oturtabilirsiniz dedi üstelik!Keşke 20 Euro verseydik de bunlara şahit olmasaydık dedik inanın! Neyse canımızı sıkmıyoruz ve fotoğraflara bakıyoruz:
 



Bu da sualtı müzesinin girişinde çekildiğimiz foto.Altı farklı arka planla mailimize göndermişler sağolsunlar.Ben en çok ahtapotluyu sevdim ve onu baskı olarak aldık.Ama en korkuncu buydu:

 
İki gece kaldığımız Eskişehir'de YunusEmre Kampüsü'nü bizi almadıkları için {personel harici kimse giremiyor} gezemedik bunun dışında hedeflediğimiz her yeri gördük.Adana'ya dönmek için yola çıktık ama yolda elbette Konya'ya uğrayacaktık;)

16 Ağustos 2015 Pazar

Harnupaltı

 
 
Oturduğunuz yerden denizi görebiliyorsunuz.Mersin'e göre de Adana'ya göre de serin.Serpme kahvaltı geliyor ve her şey çok lezzetli, servis hızlı.İsmi bence çok tatlı; "Harnupaltı" ..Kusur denebilirse tek kusuru biraz uzak olması.Bu sebeple çok sık gidemiyoruz biz de.Ama gittiğimizde çok mutlu oluyoruz:





14 Ağustos 2015 Cuma

Cuma!


Tatilimizin Paris ayağını anlatmayı bitirdim şimdi sırada Eskişehir ve Konya var.Özellikle Eskişehir büyüleyiciydi hatta beni Paris'ten daha çok etkiledi, yerleşme planları yaptırdı falan.Ama bugün Cuma olduğu için gezi yazılarıma ara veriyor ve bu haftanın genel özetini, havadan sudan anlatacaklarımı ve en sevdiğim linkleri içeren yazımı yayınlıyorum.

Tatil sonrası ilk hafta aynı zamanda sevgili Murat'ın doğumgünü haftasıydı.{12 Ağustos}.Kısa bir süre önce ona günlük giyebileceği rahat bir ayakkabı almıştım, "ben o ayakkabıyı hediyem olarak kabul ediyorum" diyerek bana yeni bir hediye almama hususunda mesaj vermişti.Ben de kabul eder görünmüştüm.Çünkü ben hediye almaktan  çok sürpriz yapmayı seviyorum.

Bir gün önce öğlen çok sevdiğim bir iş arkadaşımla birlikte Murat'ın hediyesini almaya gittik.Hediyeyi aldıktan sonra çok yakındaki en sevdiğim{hatta sevdiğimiz}hamburgerciye girdik.İş arkadaşlarımda benim kadar çok seviyorlar burayı ve ne zaman kim gidelim dese "yine mi aynı yer"demeden mutlulukla gidiyoruz.Size bögh gelmiş olabilir tabi:)





Murat ona bir hediye aldığımı kredi kartı ekstresine tesadüfen bakması sonucu eve gitmeden öğrenmiş olsa da ne olduğunu öğrenemedi , hediye cidden sürpriz oldu ve daha da önemlisi hediyesini beğendi.Bir aslan burcuna hediye almak ne zordur bilemezsiniz:) Annem de aslan burcu olduğundan ben çocukluktan antremanlıyım neyse ki!

Aynı akşam çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla beraber yemeğe çıktık.Burada yemek sonrası Murat'a bir de pasta sürprizi oldu.Pek utandı ama pastanın lezzeti utancını bastırdı neyse ki:)





Ertesi gün yine çok sevdiğimiz başka arkadaşlarımızın da eklendiği bir grupla birlikte pasta yemek için buluştuk.Ama burada Murat pastanın mumlu olarak masaya gelmesinden çok utandığını ve tekrar istemediğini söyledi. Doğumgünü çocuğunu kırmadılar ve herkes kendine istediği bir tatlıyı sipariş etti , mum üflemeden olayı kapattık:)



Duru her iki gecede de sevdiği arkadaşlarıyla delicesine eğlendiği için çok mutluydu.Onun doğumgünü olsa ancak bu kadar eğlenirdi.Her iki geceyi de leş gibi ve hatta kuma bulanmış olarak bitirdi ve evde banyo sonrası yatırır yatırmaz uyudu.

Gelelim bu hafta için sizin de görmenizi istediğim sayfalara:

Daha eski yazılarımda verdiğim linkleri hatırlamıyorum ve gidip bakmaya da üşeniyorum.Ama  uğruna seyahat edilecek 30 yemek cidden tekrar tekrar önerilebilecek bir derleme.Size 5. sayfada bizim de bizzat gidip denediğimiz "zavallı kurufasulyeci" den verdim linki ama önerilerin her biri denenmeli.

Derleme toplama , organizasyon bizim işimiz.Bu konuda her türlü öneriye açığım.

Tembellere 29 mükemmel ürün önerisi.

Duru'nun gelin olma hevesinin etkisiyle sanırım  gelinlikler benim de ilgimi çekmeye başladı.Hiç düğün, gelinlik hevesi olmayan biri olduğum için kendi gelinliğimi almaya gidene kadar modelini, ne istediğimi hiç düşünmemiş, gittiğimiz moda evinde beğendiğim bir modeli öylesine seçivermiştim. Bu yaştan sonra gelinlikleri incelemeyi seviyor olmam ilginç bir durum.Hatta bu size verdiğim sayfadaki gelinlikleri keşke daha önce görmüş olsaydım mesela uçları pembe bir gelinlik şahane olurdu diye de düşündüm açıkçası.

Bu yazı uzun  ama okunmaya değer diye düşünüyorum.İnsanın her zaman aynı perspektiften bakmaması, farklı fikirlere açık olması, bir hatası varsa itiraf edebilmesi, olaylara objektif bakabilmesi benim için değerlidir.Fikirlerden çok esnek olabilmeye değer veriyorum.

Matematiğimin ne kötü olduğundan hep bahsederim.Yaşadığım şehirde Anadolu Lisesini kazanmış ve neredeyse dahi derecesinde zeki tiplerle 7 sene okumuştum.Ben sosyal derslerde başarılı bir insan olmama rağmen eczacı olmak istediğim için sayısal bölüm seçmiştim.Hayatım o matematik derslerinde "öğretmen beni görmese", "yer yarılsa da içine girsem" stresi ve beklentisiyle geçti:) Bu yüzden bu fotoğraflara kahkahalarla güldüm.

Bunlara da çok güldüm.

Güzellik önerileri ve pratik bilgiler hiç uygulayamasam da hep dikkatimi çekmiştir.

Şişmanlamak, beslenme yazıları da ilgi alanımda.Bu yazıyı da çok ilginç ve anlamlı buldum.Bir göz atın bence.Ben hem üç hem dördüm.Ühü.

İşte böyle.Herkese mutlu, sağlıklı, huzurlu bir haftasonu diliyorum! Bir de ara sıra bana yorum yazarsanız orada olduğunuzu görmek için istatiklere bakmama gerek kalmaz. Yani koskoca üç Paris yazısı yazdım da tek bir yorumcuk gelmedi.Rezalet! :)



13 Ağustos 2015 Perşembe

Paris: Louvre Müzesi {Musée du Louvre}





Çok müze gezmeyi seven bir insan değilim.Ama ben eğer Paris'de Louvre müzesini görememiş olsaydım kesinlikle Paris'e bir kez daha gelecektim.Tur şirketinin hatası nedeniyle neredeyse de göremeyecektik.




Louvre müzesi Salı günleri kapalı ,tur Disneyland gezisini de çarşamba gününe koyunca  son gün harici Louvre müzesi için  zamanımız kalmamıştı.Son gün de saat 12de bizi otelden alıp havaalanına götürecekler.

Parisle ilgili genel olarak biraz çalışmıştım ama Louvre müzesi için daha sıkı bir araştırma yapmıştım.İyi ki de yapmışım.Tur rehberi sadece yarım gün için yine deli bir para belirlemiş.Duru müzeye ücretsiz girebiliyor ve eserleri anlayamayacak bir yaşta olduğu halde sırf Duru için 45 Euro istedi.O zamana kadarki rehberlik hizmetlerinden de pek memnun olmadığımız için bu tura katılmadık, kendimiz gezmeye karar verdik.

Yine de hakkını yemeyeyim biz kendimiz gideceğiz dediğimizde de bir kaç ipucu verdi ve hatta müzeye kadar götürebileceğini söyledi, sağolsun.Louvre'a daha önce bahsettiğim Benlux mağazasının karşısında bulunan kapıdan girmemizi önerdi mesela.Mağaza kartını istedim ve böylece ertesi gün taksiciye adres tarif sorunu yaşamadık:)

Bir gün öncenin yorgunluğunu atmak için biraz daha uzun uyuduk duş aldık falan dolayısıyla da tur arkadaşlarımızla birlikte gidemedik.Louvre müzesine şöyle erken gidin , aman işte şu kadar sıra beklersiniz dendiğinden ben kendimi içeri girememeye hazırlamıştım.

Benlux mağazasının hemen karşısındaki kapıdan girdik devasa bir sıra var.En az yarım saat bekleneceği garanti.Görevlilere yaklaşıp bunun bilet sırası olup olmadığını sorduk.Öyle ya bir de ayrı bir bilet sırası varsa boşuna beklemiş olacağız.Bizi sıraya sokmadılar ve çocuk arabasıyla inmemiz için asansöre yönlendirdiler.Tüm o sırayı beklemeden müzeye girdik!!!

İçerde bir bilet sırası olduğunu farkettik.Küçücük bir sıra ama yavaş ilerliyor neyse o sırada bir görevli geldi kredi kartıyla ödeme yapacaklar buradan gelsin dedi bizi alıp bir makinaya götürdü bileti de bir dakika içinde aldık mı:))

Ondan sonrasını işte Çok Gezen Çocuk isimli blogun şu yazısına borçluyuz.Tamamen yazıya sadık kalarak gezdik.Hatta gezimizi de yazının içine serpiştirdiğim fotoğraflarla anlatmak istiyorum.Aşağıdaki yazıda italik harfli yazılan yazılar tamamen Çok Gezen Çocuk blog yazarına aittir.

Yazının orjinalinde eserlerin fotoğrafları var bense bu yazıda bahsettiği eserlerin önünde çekilmiş kendi fotolarımızı  ekledim:)

Aşağıdaki rotayı izlediğinizde müzenin en önemli 9 başyapıtını görmüş olacak; eş dost sohbetlerinde konusu açıldığında rahatlıkla "ben de gördüm!" diyebileceksiniz.

00. Giriş


Louvre Müzesi devasa bir yer olduğu için girişi de çıkışı da oldukça zor. Özellikle yön duygunuz güçlü değilse, müze içinde kolayca kaybolmanız olası. Gezi güzergâhımızın ilk durağına gitmek için biraz zahmet çekeceğiz...

Meşhur Cam Piramit'ten girdiğinizde, tabelalardan bakarak doğruca Sully tarafına yönelin. Yürüyen merdivenlerin çevresinden dolaşıp sağ tarafınızda kalan D veya E kodlu asansörlere binin. "Mezzanine-accès aux collections" katında inin. Sully tarafına girip, "Louvre Médiéval" (Orta Çağ) bölümüne doğru yürüyün. Buranın girişinde sola dönün ve G kodlu asansöre binip 1. katta inin. İnince sağa dönün, aynı katta Salle des Bronzes'a (Tunç Salonu) girin. Doğruca 74. Oda'ya geçin. Odanın çıkışında, sağdaki C kodlu asansörleri göreceksiniz. Binin ve zemin katta "Antiquités grecques" (Antik Yunan) bölümünde inin. Rotamızın ilk yapıtı Venus de Milo (Miloslu Venüs) işte bu bölümde, 7. Oda'da bulunuyor. 


01. Vénus de Milo (Miloslu Venüs)

 
{İ.Ö. 100'lü yıllara tarihlenen Venus de Milo heykeli, hem müzenin, hem de dünyanın en ünlü heykellerinden biri. Antik Yunan heykelciliğinin en güzel örneklerinden biri. Aşk tanrıçası Afrodit'in (Roma'da Venüs) heykeli mi değil mi, kesin bir bilgi yok. 203 cm yüksekliğindeki mermer heykel, 1820 yılında Yunanistan'ın Milos Adası'nda bulunduğu için böyle adlandırılıyor. Her nasılsa vakti zamanında Fransa krallarından 18. Louis tarafından Paris'e getirilmiş ve Louvre'da sergilenmeye başlamış. Büyüleyici heykele bakarken şimdi var olmayan o kolları "acaba nasıl duruyordu?" diye düşünmeden edemiyor insan...} 





Bir sonraki yapıta gidiş: C kodlu asansöre yeniden binin ve 1. kata çıkın. Sola dönün, yuvarlak bir alana geleceksiniz, buradan yine sola dönün. Galerie d'Apollon'u (Apollon Galerisi) göreceksiniz. İçeri girin. Çevrenize bakınıp duvarlardaki eserlerin keyfini sürerken odanın bitimine ulaşacaksınız. Buradaki kapıdan Salon Carré'ye (Dörtgen Salon) geçiş yapın. Burayı da doğruca geçerek Grande Galerie'ye (Büyük Galeri) girin. "Diana chasseresse" (Avcı Diana) heykelinin hizasına geldiğinizde sağa dönün. Mona Lisa tam önünüzde size gülümsüyor olacak. 

Tam burada yazarın bahsettiği Apollon galerisine girdik odanın bütümündeki kapıdan Salon Carre'ye geçeceksiniz diyor ama bakıyoruz odada başka bir salona geçmek için açık bir kapı yok!
                                 
 
Ben "çok gezen çocuk" blogunun yazarına öyle çok güveniyordum ki gidip görevliyi buldum.Bir kapı olmalı dedim.Hakikaten de kapı varmış! Adam kapıyı açtı ve biz Dörtgen Salon'a geçtik:
 
 




 02. La Giaconda (Mona Lisa)

{Tüm zamanların gelmiş geçmiş en ünlü tablosu olan Mona Lisa'ya İtalyanlar La Giaconda, Fransızlar ise La Jaconde diyorlar. Leonardo da Vinci'nin bu ünlü eseri aslında 77 x 53 cm boyutlarında oldukça küçük bir çalışma. 1518 yılında, yapıldıktan kısa bir süre sonra dönemim Fransa kralı 1. Fransuva tarafından alınmış. 20. yy'a gelene dek, deyim yerindeyse kıyıda köşede kalmış bir eser olarak sergilenmiş. Tabloyu bugünkü ününe kavuşturan, yaşadığı maceralar olmuş. Özellikle 1911 yılında çalınmasıyla tüm dünyada duyulmuş.
Da Vinci'nin gölge ve ışık oyunları kullanarak göz kamaştırıcı, hatta sihirli bir görünüm verdiği bu çalışmanın sanatsal değeri zaten tartışılmaz. Ama dünyanın en çok ziyaret edilen, en çok hakkında konuşulan, yazılan, çizilen, en çok kopyalanan, üzerine en çok kitap yazılan bu tablosu, sanatsal yönünden ziyade artık şehir efsanesi halini alan spekülasyonlarla biliniyor. 

Tablonun baştan aşağı gizli simgelerle dolu olduğunu söyleyenlerden tutun da, tablodaki kadının -ki bunun aslında bir 'erkek' olduğunu söyleyen bile var!- gerçek kimliğine kadar pek çok konuda dedikodular dolaşıyor. Fakat bu mütevazı tablodaki kişi büyük olasılıkla Floransalı bir soylunun eşi ve 1503 ile 1507 yılları arasında yapılmış.


Müzenin en çok ziyaret edilen bu nadide eseri, diğer tabloların aksine açıkta değil; yüksek güvenlikli bir cam kabinin içinde sergileniyor ve önüne çekilen bir korkulukla ziyaretçilerin gereğinden fazla yaklaşması engelleniyor. Başında her daim bir güvenlik görevlisinin beklediği tablonun önünü boş bulmak imkânsız gibi... Bir ziyaretçinin kafasına ya da omzuna takılmadan tablonun fotoğrafını çekmek tümüyle şans işi.}


Gerçekten de oldukça kalabalıktı.Beni en çok şaşırtan ise tablonun boyutu oldu.Nedense daha büyük bir resim bekliyordum.Bu tablonun sanat tarihindeki önemi arka planın flu olması.Bu teknik bu tablodan önce yokmuş.

Burada tur görevlisi ile karşılaştık.Bizi görünce çok şaşırdı:)






Bir sonraki yapıta gidiş: Mona Lisa'yla vedalaşın ve yavaşça arkanıza dönün. İşte şimdi Paolo Veronese'nin "Kana'daki Düğün" adlı tablosunun keyfini çıkarabilirsiniz.

03. Les Noces de Cana (Kana'daki Düğün)


{660 x 990 cm boyutlarındaki bu devasa tablo, Louvre Müzesi'ndeki en büyük yapıt olma özelliğini taşıyor. Bir zamanlar Venedik'teki San Giorgio Maggiore Manastırı'nın duvarlarını süslerken Napoléon Bonaparte tarafından Paris'e kaçırılmış. Ünlü İtalyan ressam Paolo Veronese'nin Hz. İsa'nın ilk mucizesini betimlediği tablonun konusu ve özellikleri kısaca şöyle: İsa peygamber İncil'de anlatılan kıssalardan birine göre Kana adında bir kasabada düğüne katılır. Düğün yemeği sırasında şarap biter. Hz. İsa da peygamberlik mucizesi olarak duru suyu şaraba dönüştürür ve düğündeki herkese yetecek kadar şarap ortaya çıkar.

Tablodaki ayrıntılar da oldukça ilginç. Olaylar günümüzden neredeyse iki binyıl önce gerçekleşmiş olsa da, sanatçı olayı kendi yaşadığı döneme uyarlamış. Hz. İsa sanki 1560'lı yıllarda Venedik'e gelmiştir. Düğüne katılan insanların giysileri o dönemin modasını en ince ayrıntısına dek yansıtılıyor. Arka plandaki yapıların dokusu ise o dönem Venedik'iyle birebir örtüşmekte. Düğündeki davetlilerin kimlikleri de bir o kadar ilgi çekici. Dönemin tüm Avrupa hükümdarları yemek masasına yerini almış durumda. Dikkatli bakıldığında Doğulu giysiler giymiş olan iki davetlinin varlığını göreceksiniz. Sıkı durun, bu iki kişi, Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman ve dönemin kaptanıderyası Sokollu Mehmet Paşa!}









Bir sonraki yapıta gidiş: Mona Lisa'y geri dönün ve tablonun sağından geçerek odanın çıkışına doğru gidin. Titian ve Tintoretto'nun eserleriyle gözlerinizi şenlendireceksiniz. Fransız Resimlerinin sergilendiği 74. Oda'ya girin. Sağ tarafınızda kalan kırmızılı bölüme geçin ve hemen sol tarafta bir sonraki yapıtımız olan "Napolyon ve İmparatoriçe Jozefin'in Taç Giyme Töreni" adlı tabloyu keşfedin.

04. Le Sacre Napoléon et la Couronnement de l'Impératrice Joséphine (Napolyon ve İmparatoriçe Jozefin'in Taç Giyme Töreni)

{Bu eser de, Louvre Müzesi'nin 629 cm x 979 cm boyutundaki bir diğer devasa tablosu. Bu yapıtı tamamlamak Jacques-Louis David'in 3 yılına mal olmuş. Nopolyon'un özel ısmarlaması üzerine yapılmış. Tablo, 2 Aralık 1804 tarihinde Notre Dame Katedrali'nde düzenlenen taç giyme töreninde Napolyon'un eşi Joséphine de Beauharnais'ye taç giydirdiği anı betimlemekte.}




Bir sonraki yapıta gidiş: Bu tablonun hemen karşısındaki duvarda yine David'in ünlü yapıtlarından biri, "Horas Kardeşlerin Yemini" adlı çalışma bulunuyor. Ama önce Semadirekli Nike'nin kanatlı heykeline bir göz atın!

05. Victoire de Samothrace (Semadirek Zaferi / Semadirekli Nike)



{Rotamız üzerindeki ikinci heykel, Yunan mitolojisine göre zafer tanrıçası olan Nike'nin MÖ 3. yüzyıldan kalma mermer heykelidir. Bir zamanlar Semadirek Adası'ndaki bir tapınakta yer alan heykel olasılıkla bir depremde zarar görüp zamanla unutularak toprak altında yitmiş; parçaları 1863 yılında keşfedilerek birleştirilmiş. 328 cm yüksekliğindeki heykel 1884 yılından beri burada sergilenmekteymiş. Fakat bulunan parçaların arasında kol ve baş kısımları çıkmadığı için bugün heykel başsız ve kolsuz bir biçimde sergileniyor. Sağ kanadı da, özel malzemeler kullanılarak sol kanadın birebir kopyası olarak restorasyon çalışması sırasında heykele sonradan eklenmiş.}

 

  



Bir sonraki yapıta gidiş: Bu değerli Yunan heykelini bırakıp demin sözünü ettiğimiz David eseriyle rotanızı sürdürebilirsiniz.

06. Le Serment des Horaces (Horas Kardeşlerin Yemini)

{Saray ressamı olan Jacques-Louis David'e ısmarlama üzerine çizdirilen bu resim 1784 yılında tamamlanmış ve o gün bu gündür Louvre'da sergileniyor. 330 x 425 cm boyutlarındaki yağlıboya tablo üçüz Horas kardeşlerin Alba kentinde bir düelloda onurluca savaşmak üzere babalarının önünde ant içmesini betimliyor.}



Bir sonraki yapıta gidiş: Bulunduğunuz odanın girişine geri dönün. İki kapının arasındaki duvarda Jean-Auguste Dominique'in "La Grande Odalisque" (Büyük Odalık) adlı yapıtı size merhaba diyecek.

07. La Grande Odalisque (Büyük Odalık)

{1814 yılında, Napolyon'un kızkardeşi Caroline Murat'nın siparişi üzerine Jean Auguste Dominique Ingres tarafından yapılan bu yağlıboya tablo 90 x 162 cm boyutlarında. Eserde bir odalık betimleniyor. Yapıt canlı renkleriyle dikkat çekse de, sanat tarihçileri neden bu tabloyu başyapıtlar listesine dâhil ediyor, ben şahsen anlamadım. Tablodaki kadın ilk bakışta orantısız vücut hatlarıyla dikkat çekiyor. Küçücük bir başı, kocaman kalçaları ve upuzun bir gövdesiyle bu odalığın, güzel bir hanım olduğu söylenemez hani!}







Bir sonraki yapıta gidiş: 75. Oda'dan çıkın ve hemen sağda bulunan 77. Oda'ya girin. Romantik ressamların eserlerinin sergilendiği bu alanda, solunuzdaki duvarda Théodore Géricault.'nun Medusa'nın Salı adlı çalışmasını bulacaksınız. 


08. Le Radeau de la Méduse (Medusa'nın Salı)
 
{Fransız ressam Théodore Géricault'nun 1818-1819 yılları arasında çizdiği 491 x 716 cm boyutlarındaki yağlıboya tablo Fransız romantizm akımının en önemli yapıtlarından biri olarak değerlendiriliyormuş. Tabloda anlatılan konu, gerçek bir olayı betimliyor. Ressam, 1816 yılında Moritanya açıklarında sulara gömülen Fransız fırkateyni Medusa'dan kurtulan bir görgü tanığının anlattıklarından yola çıkarak yapmış bu tabloyu. Kazadan sağ kurtulanlar açıkdenizde günlerce bir salın üzerinde sürüklenmişler ve ancak günler sonra perişan bir durumdayken kurtarılmışlar.}


 



Bir sonraki yapıta gidiş: 74. Oda'ya geri dönün. K veya L kodlu asansörlerden birine binin ve önerilen rotayı tamamlamak için zemin katta inin. İndikten sonra sağa doğru yürüyün ve M kodlu asansöre binip zemin kata, İtalyan Heykelleri bölümüne inin. Burada, galerinin en uç kısmında Michelangelo'nun büyüleyici "Köle" heykellerini bulacaksınız.

 09. L'Esclave rebelle - L'Esclave mourant (İsyancı Köle ve Ölmekte Olan Köle)

{Michelangelo'nun İtalya dışında bulunan az sayıdaki yapıtından ikisi burada, Louvre Müzesi'nin İtalyan Heykelleri bölümünde yer alıyor. Heykeller, Floransalı Roberto Strozzi tarafından Michelangelo'dan bizzat satın alınmış ve dönemin Fransız kralına armağan edilmiş. Aslında bu heykeller Papa 2. Julius'un anıtmezarını süslemek için ısmarlanmışsa da, Papa'ya daha mütevazı bir mezar yapılmasına karar verilmiş ve bu heykeller açıkta kalmış.

Zaten özellikle İsyancı Köle'nin üstündeki alet darbelerine bakıldığında, heykelin henüz tamamlanmamış olduğu anlaşılıyor. Heykelin arka cephede kalan elinin de henüz yontulmadığı açıkça görülüyor. Buna rağmen yaklaşık 2,5 metre yüksekliğindeki heykeller oldukça etkileyici.}



Bu heykele biz gitmedik.Ancak henüz zamanımız vardı ve  biraz da İslam sanatı eserlerine bakalım istedik.


 

Heykel ve resim yapılmadığı için pek bir mütevazi olan bu salonda ben özellikle eserlerin nereden geldiğini inceledim.Geneli İran, Irak ve Suriye ve arada Afganistan falan da var.




Bu aşağıdaki 4 numaralı eser ise Türkiyeden gelmiş.O kaseyi orada bırakmak bir zor geldi anlatamam:P  "Bizim o, bizim verin geri" dememek için zor tuttum kendimi:) Gerçi iyi ki almışlar ne güzel sergiliyorlar biz de olsa bir köşeye atılırdı ya da birileri çalardı.Ama yine de biraz buruk hissettim.





Müzeden çıktıktan sonra otele doğru yürüdük.Sonra yarı yolda taksiye bindik.Bindiğimiz üç taksiden ikisinin şoförü Müslümandı.Biri bana üç karım ve 17 çocuğum var dediğinde çok şaşırdım meğer şaka yapıyormuş.Müslüman şakalaşması:)))

Bu son taksici elimizdeki otelin kartına rağmen oteli biraz zor buldu ama Duru'nun ikinci ismi olan Nur ismini çok beğendi."Au revoir matmazel Nur" diyerek vedalaştı soğuk nevale kızımla:)

Sonra tur rehberimiz bizi otelden alıp havaalanına götürdü ve sonra da uçağımıza binip memleketimize geri döndük..{Havaalanında bize bavullarını kilo aşımı olabileceği için vermek isteyen ancak hal ve hareketlerinden şüphelendiğimiz için almadığımız kızkardeşler başka bir yazı konusu.}



 

Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..