10 Ağustos 2015 Pazartesi

PARİS : Eyfel, kanal turu, Louvre müzesi bahçesi ve Lafayette alışveriş merkezi


Daha önce Amsterdam'a kendi başımıza gitmiştik ve her şey harikaydı.Ama bu kez çok uygun fiyata bir tur bulunca Paris'e turla gitmeye karar verdik.Amsterdam öncesi yaptığım deli araştırmaları yapmadım ama yine de Paris hakkında da neler yapabiliriz diye biraz bakınmıştım.

Turun en güzel tarafı havaalanında karşılaması oluyor.Bir de etrafta telefonla ulaşabileceğiniz yerel sisteme dahil Türkçe bilen birilerinin olmasının hissettirdiği bir güven duygusu.Nitekim bizi havaalanında karşılayan tur rehberi önce şehri gezdirdi.Panaromik tur.Çok bir şey değildi ama yine de az bir fikrimiz oldu.Şehrin numaratik yapısı hakkında söyledikleri ve simetrisi ile verdiği bilgiler bence çok anlamlıydı.

Paris'de her şey çok simetrik.Ağaçlar bile:) Ben şehri çok sevdim.Turist olarak en sıradan bir apartmanda bile harikulade heykeller olması beni çok etkiledi ama o apartmanlarda insanların 25 m2lik içinde tuvaleti bile olmayan evlerde yaşıyor olmaları düşündürücü tabi.Belediye gelip bu apartmanın temizlenmesi lazım diyor, temizliyor ve sonra da faturayı gönderiyormuş.O faturayı ödemek istemiyorsan o apartmanda oturmayacaksın.

Rehber bizi ilk olarak elbette Eyfel kulesine götürdü.Bence oldukça çirkin bir yapı ama sonuçta ünlü işte.Paris'e gittiysen her yerde görülen bu binanın önünde fotoğraf da çekileceksin dünya para verip en üst katına da çıkacaksın.Ama çocuksan Eyfel'in önündeki yeşilliklerde koşturmak kesinlikle çok daha anlamlı:


Bir iki fotoğraf sonrası aracımıza bindik.Bu sefer de rehber bizi bir şeyler yiyebileceğimiz ve alışveriş yapabileceğimiz bir noktada bıraktı.Biz nutellalı krep yedik, içinde Türklerin de çalıştığı parfümeri mağazası Benlux'e uğradık, bir markete girdik(şampuan,dişmacunu, çikolatalar, meyve aldık) ve sonrada buluşma yerinin karşısındaki bir havuzun kenarına oturup bu pozu çektik:


Yolda tur yetkilisiyle konuştuk ve Disneyland turuna katılmak istediğimizi söyledik.Ne büyük hata! Neyse bu ilerleyen yazıların konusu.Otelimize yerleştikten sonra hemen dışarı çıktık.Hedefimiz Şanzelize caddesi (Champs-Élysées).

Bu cadde lüks ve ihtişam dolu.Etrafta gezindik.Mercedes, Peugeot gibi firmaların açtığı mağazaları gezdik, hibrit otomobillere baktık, girişindeki ihtişamı aşağıda gördüğünüz Abercrombie&Fitch markasının bir sarayı andıran mağazasında turladık.



Yorulmuş ve acıkmıştık.Yurt dışında helal yemek konusundaki sıkıntıyı peynirli pizza ve balık ile çözmüş bir aile olduğumuzdan Şanzelize'de bulunan bir pizzacıya oturduk:



Pizzalar kocamandı.Ben ve Murat tek pizzayı da paylaşabilirmişiz aslında ama açlıktan gözümüz dönmüştü.Bir de çocuk menüsü vardı ki aynı pizzayı Duru bizim yarı fiyatımıza yedi.Çocuk menüsünde bir yaş sınırı var ve pizza birazcık daha küçük sanki.{Pizzaların tanesi 18 Euro idi.36 Euro biz 10 Euro Duru toplam 46 Euro.Üçle çarpın ama bana söylemeyin yüreğim kaldırmıyor:p}


Paris'de bulunduğumuz sürece rehberlerin en çok bahsettiği şey işçi sendikalarının çok güçlü olduğu, -Paris'de haftalık çalışma saatleri 35 saat bizde ise 45 saat ve ona da çoğunlukla uyulmuyor- dolayısıyla özellikle hizmet sektöründe çalışanların bizdeki memur zihniyetinde olduğu ve siparişimizin çok gecikebileceği, bizimle ilgilenilmeyeceği ihtimaliydi.Oysa ben Paris'te hayatımda gördüğüm en şirin garsonlarla karşılaştım.Siparişimizi hemen aldılar, pizzalar da hemen ve sıcak olarak geldi.

Üstelik bu pizzacıda Duru bir bardak kırdı.Arka masamızdaki Hintli tipler bize çok sinirlendi.Ama sonuçta bir çocuk ve kaza.Özür dilememe rağmen onların bu soğuk tavrı karşısında çok üzülmüştüm ki garson bana bakıp gülümseyerek "hiç önemli değil" dedi.Sonra o bardak parçalarını öyle bir tavırla süpürdü ki kendimi hiç rahatsız hissetmedim.

Pizzacıdan sonra Şanzelizeyi bir kez daha baştan sona kat ettik ve Zafer Takı'na ( Arc de triomphe de l'Étoile) geldik.Fotoğrafta arkamızda görülen yapı.Dikkatli bakarsanız üzerindeki küçücük insanları görebilirsiniz:




Paris de sıra beklemekten imanımız gevredi.Ama çok turist alan her yerde bu böyle ne yazık ki.Sonuçta bilet aldık ve Zafer Takı'nın üstünde bir sürü fotoğraf çektik:




Duru'suz olmaz:


Eyfel'i Murat'ın parmakladığı bu poz için oldukça uğraştık:



Zafer takından indiğimizde yorgunluktan bitmiştik ve hemen otelimize gittik.Ama herhangi bir araca binmeden yürüyerek gittik.O yorgunluğa rağmen içimizdeki keşfetme aşkı daha ağır bastı.Biz turistik yerlere yapılan ziyaretlerden daha çok şehrin sokaklarında gezmeyi seviyoruz zaten.Banyo yaptıktan sonra hemen yatıp uyuduk.Saati sabah 07:00 a kurdum.Sınırlı gün olunca bir şeyler kaçırmamak adına güne erken başlamak gerekiyor.

Fransa'da İbis Otellerden birinde kaldık.Çocukla gidilen tatillerde kalacak yerin temiz ve bilinen bir marka olmasına özen gösteriyoruz.Buna rağmen kahvaltı bizi hayal kırıklığına uğrattı.Gerçi Avrupa'da genel olarak bir kahvaltı kültürü eksikliği var.

Kruvasan, krep, reçel ya da nutella , iki çeşit peynir  yoğurt ve  meyve salatası.Her gün kahvaltıda sadece bunlar vardı.Yumurta , zeytin hiç görmedik.O meyve salatasını ilk günden sonra da almadık.İçindeki karpuzun kaç gün önce kesildiği anlaşılmıyordu Duru ağzından geri çıkardığında ona kızamadım bile:)



Ama tabi bu gezgin bir insanın tadını kaçıracak bir şey asla değil.Tereyağlı kruvasanları ben en çok çilek reçeliyle sevdim Duru da kahvaltıda sadece  nutellalı krep yiyebildiği için delice mutluydu:)

Kahvaltıdan sonra hemen Eyfel kulesine gittik.Hava oldukça serindi.Eyfel kulesi üç katlı.En üst katın belli bir kapasitesi var ve oraya çıkmak daha pahalı.Bence ikinci katla üçüncü kat arasında çok da bir fark yok ama oraya kadar gelmişken üçüncü kata çıkalım bari dedik.

Bebek arabasıyla on beş dakika kadar sıra bekledik, iki kez dedektörlü güvenlikten geçtik, üç asansör değiştirdik ve nihayet Eyfel'in en tepesindeyiz:


 

Allah var kule çirkin ama manzara şahane.Adamlar kalemle çizilmiş gibi bir şehir yapmışlar.Simetriye önem vermek şehri cidden güzelleştirmiş:




Pek çok ülkedeki kulelerle Eyfeli kıyaslayan bir tablo vardı.İşte bizim ülkemizin bulunduğu bölüm:


Hemen bu fotoğraftan sonra bir güvenlik görevlisi ile kavga ettik.Üçüncü katın merdivenle çıkılan bir üst katı daha var.O bölüm çok dardı ve asansörden çıktığımızda bir alana toplanmış üç dört çocuk arabası{puset} gördük.Biz de pusetimizi oraya bırakıp üst kata çıktık ve biraz fotoğraf çektik.İndiğimizde alanda kalan tek puset bizimkiydi.Elimize almıştık ben foto çekiyordum ki yanımızda bir kadın güvenlik görevlisi belirdi.

Bizi pusetimizi oraya koyduğumuz için azarlamaya başladı.Zaten Fransızlarda genel bir azarlama eğilimi var.Ama ağzının payını verince geri adım atıyorlar.

Efendim puseti neden oraya koymuşuz tam 15 dakikadır bizi bekliyorlarmış.Hanımefendi biz koyduğumuzda orada üç puset daha vardı oranın pusetler için özel bir bölüm olduğunu sandık dedim.Bir gün önce zafet takına çıkarken en üst bölümde puseti broşürlerin yanına koyun demişlerdi çünkü.

Hayır diyor kadın başka puset yoktu vay neden koydunuz.Bir de benle konuşurken dönüp o sırada telefonuyla uğraşan Murat'a azarlar bir tonla "sizinle konuşuyorum " demesin mi? Tepemin tası bir attı."Yalan söylemiyoruz orada başka pusetler de vardı ve zaten bizim puseti orada bırakmamız da sizin hatanız dedim.Güvenlik bizi uyarsaydı biz bunu yapmazdık diye ekledim.Girişte pusete takmak için bir kart verdiler ve ona sadece adımızı yazdık o zaman söyleselerdi biz de bırakmazdık, zaten iki kez güvenlikten geçtik vs vs".Kadın bir sustu."Tamam o zaman ben şimdi söylüyorum puseti bırakmayın"  dedi ama bambaşka bir tavırla.

Hah!

Eyfelden inip hemen karşıdaki kanal turu yapılan bölüme geçtik.Tur oldukça büyük bir tekneyle yapılıyordu ve üst kısım sanırım daha eğlenceliydi.Ama rüzgar ve havanın serin olması sebebiyle Duru'yu üşütmemek adına biz içerde kaldık.İçerdeki yaşlı bir çiftten başka kimse yoktu ki yukarıdaki rüzgara dayanamayan çocuklu bir aile de yanımıza geldi.

Duru yaşında bir kızları vardı ve çocuk çok girişkendi.Duru'nun yanına defalarca gelip gitti.Taytındaki Elsa'ları gösterdi ve sonuçta bizim yobaz Duru bile kıza ısındı.Yanımda getirdiğim boyama kağıtlarını ve boya kalemlerini çıkardım.Yere çöküp oturma bölümünü masa olarak kullanarak boyama yaptılar.

Boyama bitince Duru yaptığı eseri bana getirdi ve küçük kız da ona bakıp boyadığı çiçeği bana verdi.Gülümsedim ve boyamayı annesine vermesini söyledim.O İngilizce bilmiyordu ama babası söylediklerimi tercüme etti:)

Sonra kız da telefondan çizgi film açıp Duru'yu çağırdı ve birlikte Winx{Duru Dinx diyor} kızlarını izlediler.Her ne kadar "Duru bak kıza boyama verdin o da sana çizgi film izletti" dediğimde "ben o çizgi filmi sevmiyorum" dese de ben bu fotoğrafta arkadaşlıktan alınan zevki görüyorum:



 
Kanal turu sonrası bir Louvre yapabilir miyiz ki dedik.Başladık yürümeye.Haritadan bakınca oldukça yakın görünüyor ama git git bitmiyor baktık.Adım başı fotoğraf çektiğimiz için de olabilir tabi :P
 
  
 






Yoldaki bisikletli faytonlardan birine sorduk.Kadın müzenin çok uzak olduğunu ama adam başı 15 euroya götürebileceğini söyledi.30 eurodan 90 TL ediyor sayın okur! Biz toplam 10 Euro teklif ettik:P Kadın kabul etmedi ama biraz ilerdeki faytoncu adam işaret etti.


Yürümeyecek olmanın sevinciyle faytona bindik.Öndeki sarımsak kokulu amca da başladı bisikleti sürmeye.Şimdi olsa asla binmem.O yollarda sarsıla sarsıla, arabaların önüne atlaya atlaya bir gidişimiz vardı şu an bile aklıma gelince kızıyorum kendime.Burada da Duru tüm bu hengamenin içinde horul horul uyuyor {ve gıdım!}:



 
 
Korkmuşum ama fotoğraf çekmekten de geri kalmamışım.Bu da ışıklarda durduğumuzda faytondan görünen manzara:
 
 
 Louvre müzesine vardık ama meğer müze Salı günleri kapalıymış.Hehe.Neyse biz de biraz bahçesinde oturup etrafı izledik, fotoğraf çektik:
 
 
 
Duru kuş kovalarken bir görevli de kızımızın peşinde "matmazel matmazel" diye koşturdu.Çok şirindi.
 
Sonra da Paris'in  ünlü bir alışveriş merkezine gittik.Hava çok sıcaktı.Acıkmıştık ve hem dinlenebileceğimiz, hem klimalı bir ortam olduğu için burayı tercih ettik.
 
Çok ihtişamlı kocaman bir kaç binadan oluşan bu bölümde indirimli ürünler bile Euro'nun Türk Lirası'nın üç katı olması sebebiyle ucuz değildi.Alışveriş delisi zaten değilim, aklımda hiç bir şey de kalmadı açıkçası, çocuk bölümünde de Duru'ya mutlaka almalıyım dediğim bir şey olmadı.Oyuncak bölümüne geldiğimizde ise kızım oradaki bir bebeği çok istedi.Bebek de 75 Euro ve hiç bir numarası yok.
 
Ve sonuçta ben Duru'ya o bebeği aldım.O kadar mutlu oldu ki kasada sıra beklerken zıplayıp duruyordu.Ben 75 Euro'yu daha iyi harcayabileceğimi sanmıyorum.Bir avuç delice mutluluk aldık kızımıza:)
 
McDonalds da oturup fish burger yedik.Şimdiye dek McDonalds da yediğim en lezzetli şey! O iğrenç hamburgerleri ya da kötü tavuklara kıyasla balık inanılmaz lezzetliydi.İçindeki sosa bayıldım bittim.Yani şu an bile olsa yerim.Türkiyede daha önce neden denemediğimizi bilmiyorum!
 
Sonra da üst katlardan birinde buzdolabı magneti, küçük tepsi, gözlük kabı, cam kar küresi gibi Paris logolu ürünlerden aldım.
 
Bir kafede oturup tart yiyip çay içtik.Sonra yine sokaklarda gezmeye başladık.Duru McDonalds balığından çok yememişti ve aç olduğunu söyleyince yol üzerindeki bir pizzacıda oturduk.Burada da pizza şahaneydi, garsonlar çok kibardı ve  pizzalar 18 euro değil 8 Euro idi.Şanzelize caddesinin ne kadar pahalı olduğunu anlamış olduk:)
 
Yolda bir eczaneye uğradık.Sokaklarda dolaşa dolaşa otele gidip banyo yaptık ve sonrasında hemen uyuduk.Ertesi gün Disneyland'a gidecek olmanın heyecanı en çok beni sarmıştı.
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..