27 Ekim 2015 Salı

Son zamanlarda hayatımızdan küçük anlar:




Duru okul kıyafetini pek sevmiyor , biliyorsunuz.Bu fotoğrafa bakınca çocuğa hak vermemek elde değil.Bir sabah evden beraber çıktığımız için bir fotoğraf çekilmek istedim fotoğraftaki yüz ifadesine öldüm bittim ama forma cidden pek çirkinmiş yahu dedim:)


Ben asla ıvır zıvır yiyeceklerden almam çocuğuma.En fazla evde kurabiye yaparım.Ama Murat bazen içinde bir sevgi ve coşku patlaması yaşar ve "sana yarın doğumgünü pastası alacağım, mum üfleyelim" der.Sinir oluyorum:) Ama yine de "sana yarın tavşan alacağım" dediği zaman olduğu kadar değil:)  O sevgi patlaması anları pek nadir iyi sonuçlanıyor.Neyse ki "hadi kızım bu gece üçümüz beraber yatalım" kısmı bitti.

Doğumgünü pastası alacağım dedikten üç gün sonra alabildi bu arada.Murat coşup verdiği sözleri unutuyor ama Duru kendine verilen sözleri asla unutmuyor:) Mahsusçuktan doğumgünü:



Ben spora devam ediyorum.Herkese de şiddetle tavsiye ediyorum.Özellikle reformer pilates gerçekten çok anlamlı.Benim vücuduma cidden yeniden form verdi.

Çok nadir fotoğraf çekmek aklıma geliyor.Nispeten basit bir hareketi yaparken ve hoca henüz gelmemişken yakaladığım bir poz:



Evde hamur açan Duru:



Mutfakta oturuyordum ve o da yanımda kalmak istedi.Oturma odası yerine gelip yanımda oynaması hayatımda en mutlu olduğum anlardan biri sanırım.Canım kızım.



24 Ekim 2015 Cumartesi

Kitap:


Yine bir seri , yine ben.İlk kitabı beğenip yarısında hemen diğer kitapları sipariş etmiştim.Konu "Açlık oyunları" ve "Kurucunun kızı" ile çok benzer.Büyük bir savaş sonrası yeni kurulan bir ülke.Ülkenin prensinin karısını bizdeki evlenme programı benzeri bir şekilde seçilen kızları saraya toplayarak yapması.Burada da açlık oyunlarındaki gibi bölgeler yerine kast sistemi var.5. sınıftansanız mesela müzisyen olacaksınız, 8 ler toplum dışı, 6lar hizmetçi gibi.Ve bu kasta doğumla dahil oluyorsunuz.2ler zengin 1 zaten kraliyet ailesi.

Kızmız bir beş ve bir 6ya aşık.Onunla evlenecek ama kendinden düşük kastla evlenmek de pek tercih edilen bir şey değil.Çünkü kastın düşmüş oluyor.Çocuk kıza bunu yapmak istemiyor ve prensle evlenme şansı için yarışa katılmasını istiyor. Olaylar gelişiyor.Ben bu seriyi de sevdim.Özgün değil ama kötü de değil.İlham almak bazen güzel sonuçlanabiliyor:)


Nihayet kaliteli bir kitap okudum.Ama onu da beğenmedim ne yazık ki.Dünyada insanların  başka insanları katletme ya da en iyi ihtimalle gidip kendini öldürme ile sonuçlanan bir deliliğe yakalanması ile başlıyor olaylar. Kimse neden delirdiklerini bilmiyor ama bilinen bir şey "gördükleri" için delirdikleri.

Önce bir iki olay derken sonuçta tüm dünya pencerelerine battaniye gerip evde oturulan bir yere dönüşüyor.Dışarı çıkamıyorsan nasıl yemek bulacaksın, su yok vs. Kahramanımız kadın bu dönemde hamile.Ablasıyla oturduğu evde ablası da kendini öldürdükten sonra gazetede ilanını gördüğü bir  evde toplanmış başka insanlar ile buluşuyor ve sonuçta olaylar gelişiyor kadın kendini iki çocukla tek başına buluyor.

Çocuklar bu deli dünyaya doğmuş ve kadının evden çıkıp neresi olduğunu bilmediğimiz bir yerlere gitmeye başlaması ve geri dönüşlerle anlatılan bu kitabı sevmedim:) Sonu beni tatmin etmedi, o şeylerin ne olduğunun anlaşılamaması ortada bırakılmış bir hikaye gibi hissettirdi. Ama instagram kitaba ayılıp bayılanlarla dolu. Kendi kararınızı vermeniz en iyisi;)





Bir kaliteli kitap daha.Ve bunu da pek beğenmedim:P Bu ktapla ilgili yorum yapan bloglarda ne kadar şaşırtıcı bir sonu olduğundan, okuyan kişinin şok olduğundan falan bahsediliyordu.Kitabı okumaya başladım ilk bölümün sonunda ne olduğunu anlamıştım ama şok olmayı beklediğimden asıl tahminlerimin doğru çıkması beni şok etti.Kitabı beğenmedim.


{Kahramanımız akıl hastanesinde.Geri dönüşlerle anlatılan kitapta en yakın arkadaşının babasının tecavüzüne uğruyor olduğunu keşfetmesinin kızımızı çok etkilediğini anlıyoruz.Üstelik bu tecavüz kız 10 yaşındayken falan başlamış.

Ama ne olursa olsun bu bir akıl hastanesine kapatılma sebebi değil.Kimse arkadaşı tecavüze uğruyor diye aklını oynatmaz.Buradan da bir kişilik bölünmesi olduğunu hemen anladım.Kız kafasında arkadaşım diye bir kişi oluşturmuş aslında tecavüze uğrayan kendisi.Çok sevdiği bir erkek arkadaşı var, çocukluk aşkı bir de çok yakışıklı bir ikinci adam var bu da kişilik bölünmesinin bir hali aslında tek adam var vs.Kitabın sonunda sevdiği adam kızın babasını öldürüyor ama bunu bir nefsi müdafa olarak gösteriyorlar ve sonrasında mutlu yaşıyorlar.Baba o kadar deli ki kızı hastaneden zorla çıkarıp tecavüz ediyor bu arada kızın annesi de olaylara gayet sakin yaklaşıyor.Hatta kızına sinirleniyor.Psikiyatristin biri bile neredeyse babaya yardım edecek.Neymiş adam senatörmüymüş mü ne.Çok saçmaydı ya! Neyse, }



Daha önce okuduğum bir kitabın devam kitabı.Üç kitaplık bir serinin ikinci kitabı.Ama iki koca kitap bitirdim konuyu ve neler olduğunu hala anlayamadım:) Ama ikinci kitap öyle bir yerde bitti ki üçüncü kitabı hevesle bekler oldum.

Mara Dryer ve Noah Shaw farklı güçleri olan iki genç.Mara insanları düşünerek öldürebiliyor Noah ise iyileştirebiliyor. Bunu anlamak ilk kitabın tamamını okuduktan sonra oluyor ancak:) Bu kitap geri dönüşlerle Hindistanda yaşayan bir kıza muhtemelen Mara'nın büyükannnesi gidiyor ama o kısım henüz konu bütünlüğünde bir yere oturtamadığım kısım.O kız kim Mara'nın anneannesi mi yoksa geçmiş yaşamı mı emin değilim:)

Mara'nın anneannesi intihar etmiş, annesi de psikolog ve annesindeki ruh hastalığının kızında da olduğundan şüpheleniyor.Ve kız ne derse desin kendini inandıramıyor,İntihar etmeye çalıştığını sanıyorlar oysa biri onu kaçırdı.O kaçıran kişinin öllmüş erkek arkadaşı olduğunu söylüyor ama bu kulağa ne kadar delice geliyor:) İnanan tek kişi Noah ama ergen bir çocuk için ailenin ne dediği önemli.Sonuçta Mara kendini bir terapi merkezinde buluyor vs.

{Kitabın sonunda Mara herşeyin bir deney olduğunu anlıyor.Özel güçlerini anlamak isteyen bir ekibin elinde.İncelemeyi yapmak için Mara'nın ailesini kızın deli olduğuna inandırmaları gerekiyormuş böylece yatılı hastaneye alabilecekler kızı.Bu sebeple türlü oyunlar çevrilmiş.Kız son anda kendini ölüdrmeye çalışan eski erkek arkadaşını yeniden öldürmeye çalışıyor.Binayı yıkıyor.Uyandığında bir yatağa bağlı, deney açıklanıyor ve Noah'ın ölmüş olduğu söyleniyor.Kızımız ilk kez gücünün farkında, bundan rahatsız değil ve intikam almak istiyor.İki kitaptır korkan, saklanan, vicdan azabı duyan Mara şimdi sadece saldırmak istiyor.İntikam istiyor.Şimdi gel de üçüncü kitabı bekleme:) }



Kitap 2015 etiketinde kaç kitap var bir ara boş vakit bulup sayacağım.Yılda kaç kitap okuyorsun sorusuna nihayet bir cevap verebileceğim blog sayesinde;)

23 Ekim 2015 Cuma

HAFTASONU:

 
Haftasonu Mersin Sarn.ıçta kahvaltıyla başladı.Murat'ın Mersin de bir işi olması harika sonuçlanabiliyor:)
 
Kahvaltıdan sonra Duru biraz parkta oynadı.Henüz havalar sonbahar gibi değil {daha çok ilkbahar kıvamında ve elbette bu durumdan hiç şikayetçi değiliz} ama yine de ağaçlar yapraklarını dökmüş. Biraz kuru yapraklarla oynadı, onları toplayıp üzerine atlamak istedi çünkü Calliou böyle yapıyormuş.Topladığı yapraklara baktı ve üzerine atlarsa yere yapışacağını anladı ve böylece gerçekte hayatın çizgi filmlerdeki gibi olmadığını görmüş oldu:)

 
Mersin de gezindik, akşamüstü evimize döndük.Evde akşam yemeği için  kısır yaptım ve  çok beğenildi {bu benim tabağım o yüzden yağsız}:

 
 
Ertesi gün çok yakın arkadaşlarımızla kahvaltıya gittik.Duru'nun okulunda 5 yaş grubunda üç sınıf var.Tesadüfen Duru'nun okulunun  diğer bir  sınıfının da o gün tanışma kahvaltısı varmış.Duru kendi okulundan ama tanımadığı bir sürü çocukla oynamış oldu.Böylece biz büyükler de uzun uzun sohbet imkanı bulduk.Harikaydı!
 
 
Kahvaltı sonrası eve gidip bir kaç saat geçirdik ve akşamüstü hazırlanıp yürüyüş yapmaya karar verdik. Duru yürümekten nefrettt ediyor. Bıraksan tüm gün zıplar ama yürümek dendi mi kucağa atlıyor.{hala!} Bebekken arabasına binmez anamı ağlatırdı, onu kucağımda taşırken boş arabayı itme eziyetine az katlanmadım.Ama sonra büyüyünce arabasından inmez oldu.Evden çıkarken mutlaka "arabamı aldık mı?" diye sorar:))
 
O gün  Duru ilk kez gömlek giymişti:



Ziya.paşa da yeni acıkan bir "steak house" u denedik.Nusret'in bir benzeri dolayısıyla özgün olmamakla benden puan kaybetti ama etler cidden pek nefisti.Ben burada da hamburger denedim biliyorsunuz "en iyi hamburgerciyi bulma" hedefindeyiz.Hamburger güzeldi ama "en iyi" benim için hala Ti.ko.


 
Yemekten sonra eve geldik, banyo, kitap derken erkenden yatıp uyuduk.Daha doğrusu uyudular ben yine gece yarılarına kadar kitap okudum:)
 

20 Ekim 2015 Salı

Son dönem kitapları:


Kitap yazılarını daha çok kendim için yazıyorum..Kendi istatistiğimi tutabilmek için, dönüp baktığımda konuyu ben hatırlayayım diye kitap hakkında kısa notlar şeklinde hazırlıyorum.

Ben kendim de kitap almadan önce bazı bloglara girip blog yazarının kitap hakkındaki yorumuna göz atıyorum.Hatta bazen çok beğendiğim ya da hiç beğenmediğim kitaplarla ilgili ne yazmışlar diye de göz atıyorum bu yazılara.Bir kısmıyla aynı fikirde oluyorken bir kısmı ile kesinlikle uyuşmuyoruz.Kiminin müthiş sürprizli bir son dediği kitabın beşinci sayfasında sonunu tahmin edebilirken kiminin beğenmediği kitap benim en sevdiğim olabiliyor.

Bu yüzden siz de benim yorumlarımı okuyun ama her kitaba kendi şansını verin.Ben beğenmedim diye belki de hayatınızın kitabı olabilecek "o kitabı" kaçırmayın:)

 
Yazarın bu kitabını çok beğenince yazdığı bir seriyi bulup okuduğumu söylemiştim.Bu kitapları da beğendim.İlk kitaptan farklı olarak konu fantastik meleklerden bahsediliyor.Düşmüş melekler, kutsal melekler, meleklerle insanların birlikteliğinden oluşan bir ırk(Nefiller) ve elbette olmayacak bir aşk.Patch ve Nora aşkını ben sevdim..

 
Yine ilk kitabını sevip seriyi devam etttirdiğim kitaplar.Öngörü serisi.Evie Claremont ve Reed aşkı.Yine melekler ve ben yine beğendim.Konu çok fazla Alacakaranlık serisini anımsatsa da güzeldi.Evie'nin de bir Bella'nın Jacob'ı gibi bir etkilenip durduğu bir başka erkek var.Ruh eşi hem de. Evie'yi gördüğünde Reed'in tepkisi , Evie'nin türünün tek örneği olması (bir melek ve bir insan çocuğu ) bu seriye ait hatırlatıcılar. Güzeldi, okunabilir.
 

 
 





 Ve gelelim Lisa Kleypas'a.Kendisi en sevdiğim romantik kitap yazarlarından biri oldu.Tüm kitaplarını okumak şu andaki hedefim:) Benim okuduğum ilk Lisa Kleypas kitapları Hathaway kardeşlerin aşklarını anlatıyor.
 
İlk kitap Amelia Hathaway ve Cam Rohan aşkı.Cam bir çingene.İkincisi Win Hathaway  ve Merripen aşkı.Merripen de çingene ve yıllardır ailenin yanında, bir tür üvey kardeş gibi.Üçüncü kitap edeki mürebbiye Catherine Marks ve Hathawaylerin tek erkek mensubu Leo arasındaki aşk, sonra Poppy Hathaway ve otel sahibi Harry Ruthledge aşkı ve en son olarak da Beatrice Hathaway ve eski asker Christopher Phelan arasındaki aşkla seri tamamlandı.
 
Her kitapta tüm kardeşlerden bahsediliyor olması, bir önceki kitaplardaki aşıkların hikayelerine kaldığı yerden bir göz atabiliyor olmak, aileye katılan çocuklar, Hathaway ailesinin sempatik tavırları, yazarın muhteşem üslubu, konuların havada kalmayışı vs çok iyiydi.Bayıldım, bittim diyebilirim.
 
 

 
Bu fotoğrafta görülen "o yaz" isimli kitap ise yeni bir serinin başlangıcı.Londrada yapılan koca bulma balolarında bir sebeple beğenilmeyen ve yıllardır balolarda beraber oturan dört kızın güçlerini birleştirip koca aramaya başlama hikayesi.
 
O yaz isimli kitapta Annabel Peyton ve Simon Hunt aşkını da diğer kitaplar kadar çok sevdim.Ve anladığım kadarıyla ikisi kardeş olan diğer üç kızın hikayesiyle seri devam edecek.Hatta bu diğer üç kızdan birinin evli hali Hathaway ailesinin kitaplarından birinde geçiyordu.Hathawaylere komşusu zengin bir lordun Amerikalı karısıydı:) Henüz okumadım ama bu yeni  kitaplar içinde avdayım;)
 
 

19 Ekim 2015 Pazartesi

Adliye


Başımıza gelen olayı (arabanın önüne atlayıp yan aynaya çarpan ama kendini yere atıp onlara arabayla çarptığımızı , kolunun kırıldığını iddia edip kendilerini arabayla hastaneye götürmemiz için ısrar eden, 112 ve polis çağırınca olay çıkaran çocuklar) hatırlarsınız.Sonrasında olaylar  gelişti ve ben kendimi tanık olarak adliyede buldum.Biz aslında şikayetçi olmak derdinde değiliz zaten işi başından aşkın hakimlere bir yük de biz olmayalım ama olayın gelişiminde mecbur kaldık.

Sabah erkenden hazırlanıp adliyeye geldik.Çocuklar 18 yaşından küçük olduğu için dava çocuk mahkemesinde görülecek.Ben en ciddi kıyafetlerimden birini giydim.Bu çizgili gömleğin ağır bir havası var.

Davanın görüleceği koridora girdik ve kalakaldık.Ayol bunların neresi çocuk?Bir takım "çocuklar" öyle gürültücü ki.Biri davadan çıkıyor mesela "hakim seni tutuklarım dedi" diyor biri bağırıyor "saçmalama oğlum bu davada tutuklanmazsın, biz kaç kere geldik ifade verdik böyle". Sonradan en gürültücü grubun kendi davaları olmadığı halde bir başka davada şahitlerin gözünü korkutmak için getirilmiş tipler olduğunu anlıyoruz.Koridor polis doluyor tutup atıyorlar zibidileri:)

Tecavüz davası var mesela tecavüz edilen bir arkadaşıyla gelmiş, gayet rahat, iki koltuk ötede tecavüz eden çocuk var.Bir diğerinde iftira davasına gelmiş kızlar var, dekoltelerinden ben gözümü alamadım. Yani mahkemeye de böyle giyinilmez ki ya.Bakın ablanızın gömleğine:)

Bir ara Murat koridorun diğer ucuna gidiyor, telefonla konuşacak o sırada yanıma beş tane çocuk! geliyor.Aman Tanrım.Murat koşa koşa geri geliyor:)

Neyse girip ifade veriyorum.Benden sonra olaylara şahit olan bir diğer ablamız da ifadesini veriyor.O da iş yerinden bir arkadaşımın kuzeni çıkmasın mı:) Hakime Hanım harika bir tip.O kadar güven veren bir kadın ki, o kadar aklı başında ve o kadar zeki ki. Hem anaç hem adalet peşinde.Böyle hakimlerin varlığını görmek bana umut oldu.

Biz çıkıyoruz, koridordayız.Bizden sonraki dava bir hırsızlık davası.Bir kız diğer kızdan şikayetçi olmuş.Arkadaşmış bunlar sanırım.Şikayetçi kız anne ve babasıyla gelmiş.Şikayet edilen ifadesini verip çıkıyor şikayet eden kızla ilgili kızın annesine bir şey diyor duyamadım ama söylediği söze anne o kadar sinirleniyor ki kıza saldırıyor.Ve ben bu tiplerin yanındayım, ayağıma falan basıyorlar o derece:)

Polisler yine doluşuyor kızla diğer kızın annesini ayırıyorlar.Kız bağırıyor "şikayetçiyim!" Haha al başına bir dava daha:) Kızın babası karısına bağırıyor neden saldırdın diye.Kadın bağırıyor "benim kızıma kimse laf edemeeeez.Onu ben doğurdum, ben.Bilirim ben kızımı.Laf ettirmeeeeem".Adam yumruğunu kaldırıyor "sus" diyor kadın kesinlikle susmuyor."Beni öldürsen de susmayacağım kızıma laf ettirmeeeem" diyor.Polisler bu sefer de karı kocanın yanında nöbette:) O sırada şikayetçi kız, yani laf edilemeyecek olan mahkemeden çıkıyor.İlk söz şu "nerde o? " :)))

Kadının kızını savunmasına hasta oldum.Çünkü benim annem hemen beni suçlama eğilimindedir.Ve kimseye laf edecek yer bırakmaz çünkü zaten o eleştiriyordur beni.Onu ben doğurdum laf ettirmemden çok onu ben doğurdum laf ederimcidir:))

Tüm bu gerilimden sonra Murat beni işe bırakmadan bir şeyler yiyelim istiyoruz:




Şaşkın ve başı ağrıyan Murat:


Şaşkın ve başı ağrıyan ben:




Nefis görünen ama tadı kötü olan, stresten iki dilim ancak yiyebildiğim pizza:


O gece erkenden yatıp uyuduk.Br kaç saatlik adliye macerası bizi mahvetti.Allah adliye çalışanlarına sabır ve kolaylık versin.Kimseleri oralara düşürmesin.Bir davanız varsa mahkemeye gitmeden aranızda anlaşmaya bakın.Hakimlere de yazık size de:)

Buralarda yokken:

Sanki birileri ölmüyormuş, üzülmüyormuş gibi yaşamaya devam ediyoruz.Ediyoruz da tabi bir buruluk, bir coşku eksikliği oluyor.Bu fotoğraflar bu haftasonundan önceki haftasonuna ait.Yaşanmış bitmiş ama burada dursun, o anı hatırlatsın diye buradalar.

Balık sevmiyoruz ama yiyoruz.Duru için yapılan fedakarlıklar da diyebiliriz:) Karataş'a gittik ama bu kez en iyi balıkçıyı aramaya çalışmadan direk bizim Salim'in Yeri'ne gittik:


 
Bir cumartesi bu kez göl kenarındayız, kahvaltı için.Gül Ablalar ve Denizlerle birlikteyiz.Duru çok kötü düşüp dizlerini, kollarını yaraladı.En çok da en sevdiği taytının yırtılmasına ağladı.Ağlarken kucağımda sakinleştirdim, yaralarını silip üstünü değiştirdim.Sonra oturup boyama yaptılar.
 
 

 
Aynı gün akşamı biz bu kez Tarsus'tayız.Şe.lale de bir şeyler yiyoruz.



Duru daha önce de gördüğünüz kediyi severken:




16 Ekim 2015 Cuma

Umut

Açıkçası ülkenin geleceği açısından pek umudum kalmadı.Oysa ben çok iyimser bir insanımdır.Ölen insanlara çok üzülüyorum.İçimden hiç bir şey yazmak gelmiyor.Bugün cuma ama bende o klasik cuma coşkusu yok.Artık içimden gelmese de kesinlikle yazmam gerektiğini düşünüyorum.

Benim gibi hisseden mutsuz tek bir kişiye bile neşe verebilsem, bir kişi bile sayemde gülümseyebilse, o bir kişi diğerlerini , o diğerlerini derken hepimiz belki yine birbirini seven milli maçlarda birlikte sevinen, bomba patladığında ölen insanlara birlikte üzülen bir toplum olabiliriz.

Bu yazıyı sevdim.Beni korkutuyor olsa da sevdim.En güzeli gazete okumamak, haberdar olmamak diye düşünüyorum bazen.Bazen de hepimiz bilirsek belki bir şeyleri değiştirebiliriz diyorum.Karşımızda elli yıllık plan yapan büyük ülkeler varken ben tek başıma ne yapabilirim ki diyorum bazen.Bazen de ben tek başıma her şeyi değiştirebilirim diyecek kadar güçlü hissediyorum.

Bu düşüncelerle bugün Duru'nun okuluna da bir mail yazdım:

Sayın yetkili,

Okulunuz öğrencisi ..........annesiyim.

Kızımın okula başlama yaşı geldiğinde ilk düşündüğüm okullardan biri .... Kurucularından ............. bizzat öğrencisi olmuş olduğum için okullarında çocuğumun çok iyi bir eğitim göreceğinden emindim.

Okulun çocuğuma sadece akademik başarı vermesini yeterli bulmuyorum. Çocuğuma toplum içinde nasıl davranacağını, düzene ve kurallara uymayı ve doğru beslenmeyi de öğretmesini umuyorum.

Kızım doğduğundan beri beslenmesine çok önem veriyorum. Paketli gıdalar yememesine, mümkün mertebe rafine şeker yememesine gayret ediyorum. Ve takdir edersiniz ki bu kolay bir uğraş değil. Karşımda büyük bir sektör var. Tüm reklamlara, bu besinlerin albenili oluşuna ve diğer çocuklara rağmen hiç yemediği, tadını bilmediği bir sürü ürün var.

Hiç sosis, salam, sucuk gibi katkı maddeli etlerden, kahvaltıda verilen mısır gevreklerinden, kutu meyva sularından içmedi. Daha doğrusu içmemişti.

Okulunuzun yemek listesinde kahvaltıda mısır gevreği, çikolatalı ekmek, akşam atıştırmasında sosisli poğaça, hazır meyve suyu görmek beni çok üzüyor.

Ne olacak haftada bir yeniyor diyebilirsiniz ancak okulda verilen bu besinler çocukta bir "alışkanlığa" sebep olmaktadır. Okul her zaman doğruların öğretildiği bir yerdir ve okulda verilen besinler de çocuk için evde de yemek isteyeceği, ilerde büyüdüğünde elinin gideceği ürünler olacaktır.

Beslenme konusu çok uzun süredir gündemde olan bir konu. Paket gıdaların, hazır içeceklerin  ne kadar zararlı olduklarıyla ilgili televizyonlarda yüzlerce program var. İnternette yapılacak kısa bir araştırmada dahi beslenmenin pek çok hastalığın sebebi olduğunu görebiliriz.

Okul doğruların öğretildiği bir yer olmalıdır. Yanlış yapma lüksünüz olmadığını düşünüyorum. Size 5 yaşındaki bir zihni ve bedeni "emanet ediyoruz". O bedenler ki geleceğin doktorları, bilim adamları, öğretmenleri olacaklar. Onlara iyi bakmamız lazım.

Beslenmeyi bilmeyen bir birey dünyanın en iyi bilim adamı dahi olsa karşılaşacağı sağlık sorunları ( obezite, kalp hastalıkları ve kanser gibi) karşısında çaresiz kalacaktır.Topluma faydalı olamayacaktır.

Kutu meyva suyu yerine sulandırılış pekmez, çikolatalı ekmek yerine katkısız labne peyniri (örneğin Sütaş marka) , hazır kek yerine meyva, beyaz ekmek yerine tam buğday unuyla hazırlanmış katkısız ekmek verebilirsiniz.Bunlar ilk anda aklıma gelenler.Bu konuda değişim düşünüldüğü anda pek çok alternatif bulunabileceğinden eminim.

Saygılarımla,
 
Henüz cevap gelmedi.Umarım kızınızı okuldan alın falan demezler:P Bu ilk mailim yazmaya devam edeceğim. Gelişmeleri bildireceğim;)
 
Evde boya bitti. Dört gün sürer demişlerdi ama  teyzemiz sayesinde iki günde bitti.Ustaları dürtüklemesi, boş yere zaman geçirmelerine izin vermemesi sayesinde ikinci gün evde boyanmadık yer kalmamıştı. Doğal gaz boruları, balkon demirleri de dahil bu arada.
 
Yine teyzemiz sayesinde boya işinden çok bir şey anlamadık. Eve geldiğimde o odaları silmiş yerleştirmiş oluyordu.Sağolsun.Şaka olsun diye "e boya da çok zor değilmiş ya, her sene yaptıralım ev tertemiz oluyor" dediğimde zavallının gözleri dışarı düştü. "Yok dedim merak etme bu bize bir beş yıl daha yeter".
 
Boya evin çehresini değiştirdi.Annem temizlik bile daha uzun süre dayanır duvarlar temiz olunca kızım diyor.Bakalım.
 
Mutluluğun fotoğrafıyla yazıyı bitirelim.Bir masum çocuk ve bir küçük kedi:
 
 
 
 
 
 
 
 
 

13 Ekim 2015 Salı

Terör


10.10.2015...Çok insan öldü.

Kaybettiğimiz insanlardan birinin adı ve soyadı babamınkiyle aynı! Tek bir harf hariç.Babamın adının bu kadar benzerini bile gazetede görmek beni mahvetti.Gerçekten bir yakınını kaybedenleri düşünemiyorum bile.

Allah rahmet eylesin. Yapabildiğim tek şeyin bu olması da kötü, yaşamaya devam ediyor olmamız da kötü. Küçük bir kızım var ve onunla dışarı çıkıyoruz, geziyoruz, yemek yiyoruz ,utanarak söylüyorum gülüyoruz. Ne ayıp geliyor anlatamam. Aldığım her zevkten utanıyorum.

Sebep olmadığım sadece şahit olduğum halde. Bir sürü sevgili insan, birilerinin anneleri, babaları, kardeşleri öldü ve ben hala yaşıyorum diye utanıyorum.

Şimdi evimin içinde yemek yiyorum, gülüyorum çünkü sonuçta hayat devam ediyor ama bunu böyle ulu orta yazmak , paylaşmak bence kabul edilemez. Bir tanıdığımız öldüğünde evde televizyon açmanın ayıp olduğu öğretildi bize.

Yüreğimizin yangını geçmez, onu bekleyecek olsam blogu kapatmam lazım ama şöyle bir iki gün sessizlik bana iyi gelecek.

9 Ekim 2015 Cuma

Cuma: Oyuncak bebek projesi ev boyatma vs


Bir cuma gününe daha kavuştuk.Çok şükür ve hatta TGIF !

*Yoğun bir haftaydı.İş açısından verimli geçti.Bir toplantı yaptık, bence önemliydi.Ne zaman böyle bir toplantı olsa karar alırım konuşmayacağım diye ve sonra da toplantının en çok konuşanı olurum.Aferin!

Neyse olan oldu artık.Hemen düşünmeme moduna geçmeyi de öğrendim.Sadece geceleri herkes uyumuş ve ben kitap okuyorken aklıma sızıveriyor düşünceler, kitapta gözlerim aynı satıra takılı kalmış düşünürken buluyorum kendimi.Hemen silkelenip kitabıma dönüyorum.Zamanla gelişen bir özellik:)

Lohusayken bu özelliğimi kaybettiğimi düşünüyordum.Her gece kayınvalidemi düşünüp duruyordum çünkü :P Ne yapsam düşünmekten alamıyordum kendimi.Ay ne kötü günlerdi. Lohusalık cidden kötü bir dönem.Olayları büyütüp durduğumuz, kendi aklımızın efendisi olamadığımız günler! Benim aklım cidden başımda değildi.Ama neyse ki {en azından aile içinde} konuşmamayı, her aklımdan geçeni söylememeyi becerebiliyordum.

*Murat bir kaç hafta önce eve gelip Duru'nun oynamadığı bebeği olup olmadığını sordu.Neden dediğimizde ışıklarda su satan, para isteyen küçük kız çocukları gördüğünü ve onlara bebek vermek istediğini söyledi.

{Biz sokakta su satan çocuklardan alışveriş yapmıyoruz, aynı şekilde para isteyenlere de para vermiyoruz.Çünkü o çocuk eve para götürdüğü sürece sokakta kalmaya mahkum}

Çocukların büyük kısmı Suriyeli.Olmasa da mutlaka ki oyuncak bebekleri olmayan kızlar.Bu fikre bayıldım.Duru da bayıldı.Bebeklerini hevesle ayıkladık.Çok az oyuncak alıyor olmama rağmen devasa bir bebek birikintisi var.Gerçi Duru'ya sana ne alalım dendiğinde cevabı hep "bebek" oluyor.

Kızım sen ver ki Allah da sana versin dedim.Neyse bir on tane falan bebek ayırdık.Murat ilk bebeği verdiğinde eve neredeyse gözleri dolu dolu geldi.O kız çocuğu "amca amca çok teşekkür ederim amca" diye o kadar çok sevinmiş, bebeğe öyle sıkı sarılmış ki.

Bir iki bebek verildiğinde biz de arabadaydık.Kızların şaşkınlığı, mutluluğu beş yaşındaki Duru'yu bile etkiledi.Evde biraz daha bebek ayıklamak istediğini söyledi.Barbie tarzı ince uzun bebekleri sevmiyor bir on tane de onlardan ayırdık.

Siz de çocuklarınızın oyuncaklarını bu şekilde verebilirsiniz.Hatta bir arkadaşım ucuzculardan oyuncak araba falan alıp vermeyi düşünüyor.Sokaklarda kız çocuktan çok erkek çocuk olduğu düşünülürse mantıklı.

*Bu hafta evi boyatacağız, bize şans dileyin:)

*Bir mahkemede şahittim.Çok stresliydi,Allah adliye personeline yardım etsin.Kimseyi oralara düşürmesin.

*Sevdiğim linkler köşesini epeydir ihmal ettim.Daha önceden önerdiğim bir sayfayı önerirsem beni uyarın lütfen:)

Tembeller için tatlı tarifleri.

Kışın kabakla denenecek harika bir yemek tarifi.Bal kabağının tatlı olmayanıyla yapılıyor bu tarifle.Burada pazarda satan adamlar ne yapacağınızı sorup ona göre veriyor:)

Uzaylıların varlığına inanıyorum ben.Bu program da izlenilesi.

Her türlü püf noktasına bayılırım!

İşte hayat dedirten 23 fotoğraf. :)

Herkese iyi haftasonları diliyorum! Neler yapacaksınız bakalım?




8 Ekim 2015 Perşembe

Haftasonu


Duru'nun okulu üniformalı.Üniforma dediğim de bir eşofman ve tişört.Ama sonuçta tüm çocuklar aynı kıyafeti giyiyor.Duru formadan nefret ediyor çünkü şortu koyu bir gri.İlk giydiğinde bu erkek kıyafeti dedi:)) Ama herkes giyince giyiyor tabi.

Okulda onbeş günde bir etkinlik yapıyorlar , mesela bir parti, ve o gün serbest kıyafetle gidilebiliyor.Bu cuma "okula hoş geldin" partisi vardı.Duru Sezer'in aldığı etek ,bluz ikilisini giymek istedi.Evden çok neşeli çıktık ve o şirin haliyle bir pozumuz olsun istedim.Fotoğraf çekilirken böyle bir yüz iafdesiyle poz verdi.Çocuğunla kocana güvenmeyeceksin derler, boşuna değil:P

O akşam çok yakın bir arkadaşımızın yerinde yemek yedik.Sonrasında ben çay istedim Duru da sade Türk kahvesi.Bu anı pozlamamak olmazdı:



Kahveyi o kadar çok seviyor ki sonrasında da telvesini yiyor.Kansızlık problemi yok ama yeniden bir test yaptırsam mı diye de düşünmüyor değilim:)




Cumartesi sabah hava o kadar güzel ki balkonda kahvaltı yapmaya karar veriyoruz.Menemen, bakır tavada tereyağlı yumurta, peynir ,zeytinle hazırlanmış sade bir kahvaltı.Çok uzun süredir evimizde reçel yok.Şekersiz reçel alıyorum aslında.Ama Duru'da kahvaltıda reçel yeme alışkanlığı olmasın diye masaya koymuyoruz.Bazen bal kaymak oluyor sadece.

Ama asıl dikkat edilmesi gereken orada duran D şeklindeki börekler.Burada bir fırın satıyor , milföy hamuru gibi tel tel , tereyağlı, içi kaşar peynirli enfes bir şey.Genelde yemiyorum ama bu haftasonu karbonhidrat saymayacağım, bu sebeple ben de yiyorum börekten:)





Kahvaltıdan sonra Murat'ın işi var bizi Duru ile Gaz.ipaşa caddesine bırakıyor.Önce meşhur Kazım B.üfe'den çift kaşarlı tost yaptırıyorum Duru'ya.Sonra ta benim çocukluğumdan kalan çocuk parkına gidiyoruz.Park tabi tadilatla güzelleşti ama ben küçük bir kızken de annem ve babamla bu parka gelirdim.Şimdi kızımı getiriyor olmak ne güzel!


Parkta uzun süre oynuyor Duru, ben de bankta oturup onu izliyorum.Yanıma oturan teyzelerle, diğer annelerle sohbet ediyorum.Sonra yürümeye başlıyoruz.Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra Starbucks'da oturup biraz dinleniyoruz.Ben kahvesi azaltılmış balkabaklı yeni latteden içiyorum Duru sade Türk kahvesi ve profiterollü pasta istiyor.Pastasından iki çatal alıp bırakıyor, kahve de çok acı azıcık içebiliyor.





Yine yürümeye başlıyoruz bu sefer istikamet Ata.türk Parkı. Bu parka defalarca ( 1 , 2 ) geldik.Her seferinde şehrin göbeğinde ağaçların, çimenlerin arasında olmamın tadını çıkarıyoruz. Bu sefer tam önümüze pat diye bir kozalak düştü.Tam ınstagramlık bir poz çekmeye niyetlendim ve Duru'nun bu küçümseyen bakışlarıyla karşılaştım:)

Kozalak artık evimizde.Oturma odamızı süslüyor.



Murat'ın işi bittiğinde bizi aldı ve eve gittik.Murat'la bana ev pizzası yaptım.Karbonhidrat saymadığımda bunun hakkını veriyorum :P Duru'ya ise daha fazla hamur işi yemesin diye köfte ve kemik suyuna bulgur pilavı yaptım.

Cumartesi bol kitap okuyarak, sohbet ederek, balkonda oturarak geçti.Pazar sabah kahvaltıya yine YavuzS.tar harasındaydık:


 



Kahvaltı için geç kalmıştık ve acıkan Duru çok sinirliydi.Yemek yemeye başladıktan nice sonra düzeldi.Burada mesela anneye poz ver dediğimde ne kadar içten! güldüğünü görüyorsunuz:D


Pazar gününü de genelde evde geçirdik.Bence harikaydı.Bir üç saat kadar uyumuşum nasıl iyi geldi anlatamam.Bu hafta hala o uykunun ekmeğini yiyorum:)

Perşembe günü haftasonu yazısı yazan blog yazarınız iyi günler diler..:P

5 Ekim 2015 Pazartesi

Bayramda İstanbul ve Büyükada


Biletimizi erkene aldırıp apar topar hazırlanıp akşam 22:00 uçuşuna yetişiyoruz:

 
Yeni bir bebeğimiz var.Kayınvalidemin Duru'ya bayram hediyelerinden biri.İlk başlarda bebeği çok seviyor ve İstanbul'a da yanımızda götürüyoruz.Dönüşte bir kenara atılsa da İstanbul ve Büyükada gezimizde hep yanımızda.

Uçak pilotu ilk kez bir kadın! Ben bayılıyorum bu duruma.İstanbul'a indiğimizde hava yağmurlu.Yanında mont getirmeyen Murat endişeli.Ben Duru'ya ve kendime kont mont almışım.Murat'ın bu mont almama durumu bir klasiktir.Mont falan almaz, alalım dediğimde yok der sonra da dona dona gezer:) Amsterdam'da dünya para verip saçma sapan bir swaeshirt almışlığımız bile vardır:)

Eve gidiyoruz ki ev kalmış kaçıyor.Evde Fatih'in bana hitaben yazdığı bir not buluyorum.Nöbetten çıktığını evi toparlamaya fırsat bulamadığını, evi pis bıraktığı için ne kadar üzgün olduğunu falan yazmış nota.Kardeşimin hassasiyetine bayılıyorum.

Yatakları değiştirip hemen yatıyoruz.Sabah uyanıp hazırlanıp bizim için bir klasik olan Rumelihisarındaki Sade Kahve'ye gidiyoruz:




Kahvaltı sonrası bebek deniz kenarında yürüyüş yapıyoruz.Türkiyenin en havalı yolunda , denize karşı yürüyüşümüz bebek parkında son buluyor.

Duru parkta oynarken ben de bayram aramalarımızı yapıyorum.Dayılarım, kuzenlerim,anneannem, babamlar,Murat'ın teyzeleri falan herkesle konuşuyoruz.

Duru orada kendine yarı Fransız Ela isimli bir arkadaş buluyor.O kadar eğleniyorlar ki kalkamıyoruz bir türlü.Oturduğumuz banktaki hanım da Ela'nın Fransız annesi çıkmıyor mu? Kızların samimiyeti bizi de etkiliyor ve sıcak bir sohbet başlıyor aramızda.


 
 
İstanbul'un kalabalıklığından, Paris'in pahalılığına, günlük hayatımıza kadar konuştukça konuşuyoruz. Türkiye'de gezmek için yer önerisi istiyor bizden.Bir ara Ela gelip annesine çok çişi geldiğini ama arkadaşını bırakmak istemediği için tuvalete gitmediğini söylüyor.

Kızların ayrılık stresi yaşamaması için birlikte kalkmaya karar veriyoruz.Kızların itirazı olmuyor neyse ki.Vedalaşıp yürümeye devam ediyoruz.


Yolda böyle güzel evler ve deniz manzarası var.Yani çok zengin olsam buralarda otursam hergün yürüsem bu yollarda istiyorum.




Ortaköy'e gidiyoruz.Yaklaşık 6 km yürümüşüz.




Birer kumpir istiyoruz.Ancak yarısını yiyebiliyorum.Biraz daha gezinip akşam eve dönüyoruz.Ertesi gün Büyükada'ya gideceğiz.

Sabah kalkıp kahvaltı bile yapmadan yola çıkıyoruz.İskelerde yoğunluk olduğuna dair bir duyum aldık çünkü.Neyse çok beklemeden, itiş kakış olmadan ilk feribota binmeyi başarıyoruz.Ben yemiyorum ama Duru ve Murat feribotta simit yiyorlar.



Büyükada'da Çanka.ya Otel'de kalıyoruz.Otele yürüyerek ulaşılıyor o yüzden yanımıza kıyafet ve pijamaların olduğu küçük bir sırt çantasından başka bir şey almadım.

Otele yerleşmeyi beklerken çay içiyor, kedi seviyor ve müşterilerle sohbet ediyoruz.Eşyaları odamıza bıraktıktan sonra yemek yemek için merkeze iniyoruz.

Pek fazla seçenek yok.Akşam balık yiyeceğimiz için bir köfteciye giriyoruz.Duru bayılıyor neyse ki.Biz de manzarayı beğeniyoruz.Martı çığlıkları eşliğinde köftelerimizi yiyoruz.



Sonra dondurma alıyoruz ünlü Roma Dondurmacısından.Ve saatlerce yürüyoruz.Ben yürürken hiç yorulmam ama o kadar yokuş bir yer ki Büyükada , ben bile kesiliyorum.

Akşamüstüne doğru odamıza dönüyoruz.Hedefim Duru'ya biraz dinlenme süresi tanımak.Uyusun istiyorum çünkü uykusuz veya açken çok sinirli biri oluyor.

Aldığımız dergileri, kitapları okuyoruz.Ama Duru uyumuyor:




Hazırlanıp balık yemeye çıkıyoruz.Foursquare'de çok beğenilen bir yeri tercih ediyoruz.Riva ya da Liva adı.

Tam masa beğenip oturmuşuz ki Duru arabasında uyuyakalıyor.Şimdi uyandırsam o halde ne yemek yiyecek, uyandırmasam aç kalacak.Çok ikilemde kalıyorum ama uyandırmaya kıyamıyorum.Balığı paket yaptırıp odada yedirmeyi planlıyorum.

Duru uyurken siparişimizi veriyoruz.Kalamar çok iyi ama esas karides güveç nefis! Murat midye yiyor ben de pisi balığı.


Balık yanında fava çok severim.Adana'da pek olmuyor burada görünce kaçırmıyorum:

 
 
Bu kadar çok şey sipariş edince balığın tamamını bitiremiyorum.Tam yemek bitince uyanan kızımızla ve paket balığımızla otele dönüyoruz.Uykudan uyanan Duru pek tatlı.Hemen banyo yaptırıyorum, babası saçlarını kurutup giydirdikten sonra üç parça balık yediriyor ona.
 
 
Herkes tok, mutlu ve temiz olarak uyuyor.Sabah uyanıp otelin kahvaltısı için bahçeye iniyoruz.Personel çok şeker ve kahvaltı da başarılı:


Pisi balığından ben yedim, Duru yedi ama hala bir kısmı duruyor.Onları da kahvaltı yaparken civar kedilere veriyoruz.Duru bu tatilde bol bol kedi seviyor.

O gün İstanbul'a dönüyoruz bir daha gelmek üzere Kınalıada'yı gözümüze kesitiriyoruz ve arkadaşımız Ahmet'le buluşuyoruz.Ahmet Murat'ın üniversiteden sınıf arkadaşı, bir kaç yıl önce iş için İstanbul'a taşındı.

Bizi Karaköy taraflarında ünlü bir hamburgerciye götürüyor sonra yine o muhitte bir yerlerde çay, kahve , soda falan içiyoruz.Mayıs ayında birlikte Rusya'ya gitme planları yapıyoruz.

Sonra Ahmet bizi arabasıyla tüm sahil şeridini gezidiriyor, akşam da evimize bırakıyor.O gün cep telefonumu evde unuttuğum için tek kare fotoğrafımız yok.

Akşam evde toparlama işleri yapıyorum.Fatih'in çamaşırlarını yıkıyorum, evi süpürüyorum, siliyorum, camları temizliyorum, fırını siliyorum, biraz alışveriş yapıyorum.Dondurucuya hazır pizza, mantı falan koyuyorum.

Sabah herkesten erken kalkıp ütü yapıyorum, Murat'la Duru kalktıktan sonra da yatak çarşaflarını değiştiriyorum.Kirli çarşaf ve yastık kılıflarını çamaşır makinasına koyuyorum.Evden çıkıyoruz.

Uçağa binmeden bir tost yiyip çay içiyoruz.Uçakta fotoğraf çekiliyoruz bir sürü.Duru her seferinde bambaşka bir poz veriyor.Gözlerim kapalı çıkmış ama en sevdiğim Duru pozu da bu:





Eve dönüyoruz.Valizi boşaltıyorum, çamaşır yıkıyorum Duru'ya da oyalamak için balkon yıkama görevi veriyorum.O mutlu ben mutlu:

 
 

Yemek yiyoruz, banyo yapıyoruz.Ertesi gün iş ve okul var.Bir tatilin daha sonuna gelmişiz ve gelecek tatillerin hayaliyle erkenden yatıyoruz.

Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..