29 Temmuz 2015 Çarşamba

Kitap



Yine bir kitap yazısı ile karşınızdayım.Okuduğum kitapları kaldırmadan önce fotoğraflayıp buraya taslak olarak kaydediyorum ki yazmayı unuttuğum bir kitap olmasın.Bu fotoğraf çekildiğinde 'Efsane' kitabının devamı olan 'Deha'yı okuyordum ama onun bitmesinin beklerken yazmayı unuturum diye bu şekilde fotoğrafladım.Devam kitaplarını ayırmış oldum maalesef.

Ruhundaki zehirle yüzleş: Çok beğendim.Ve sanırım -ama emin değilim- bu kitabı ikinci kez okudum.Ama kitabı okurken çok hafif bir tanıdıklık hissi dışında bir şey hissetmedim.Ühü.

Çok azimli bir adli tıp doktorunun son dönemde otopsini yaptığı ölülerin arasında bir bağlantı olduğunu düşünüp konuyla ilgili yeni bir tür uyuşturucunun piyasaya sürüldüğünü düşünüp insanların uyarılması gerektiğini iddia etmesi ve bunun için canla başla mücadele etmesi anlatılıyor.Çok yakışıklı bir ilaç firması sahibinin de dahil olduğu macera çok sürpriz bir sonla bitiyor.Kitap boyunca o doktordaki gücün, kendine güvenin hayranı oldum.Tüm hayata hatta aşka karşı bile o kadar güvenli bir duruşu var ki!

{Meğer olayı araştıran polislerden biri rüşvet almasına engel olduğu için ortağını öldürmüş, bunu çalıştığı iş yerinin penceresinden gören bir kadın da polise şantaj yapmaya başlamış.Polis de ilaç firmasının başmühendisini şantajla kendisine deneme aşamasında bir uyuşturucu vermesi için ikna etmiş.Ve hatta bunu el altından satmış sonuçta hedeflediği kadın harici üç kişinin daha ölmüş olmasına aldırmadan.}

Efsane: Dünyada felaket olmuş.Amerika'da bölünmüş, bir grup insan Cumhuriyet adında bir ülke kurmuş.Etraflarındaki koloniler denilen ülkelerle devamlı savaş halindeler.Cumhuriyetin içinde koloniler adına savaşan Vatanseverler diye bir grup da var.Deneme denilen sınavlar ve veba salgınları cumhuriyetin halkının çektiği en büyük eziyet ve seçmen dedikleri yöneticinin en büyük gücü.

Kahramanlarımız Day ve June.Day kimseyi öldürmeyen ama cumhuriyete ciddi zararlar veren bir sokak suçlusu, 15 yaşında.June ise Cumhuriyetin deneme sınavında tam puan alan, eğitimli dâhisi.İki çocuğun yolu bir takım kumpaslar ve June'un abisinin öldürülmesiyle kesişiyor.

Bu türü çok sevmeme rağmen bu kitabı çok çok sevemedim.Yine de devam kitabını okudum ve elbette üçüncü kitabı da okuyacağım.Amaç kafamda hikaye yarım kalmasın.

Kurucunun kızı: Konu Efsane ile neredeyse aynı.Ama bu kitaba ba-yıl-dımmm! Nükleer savaş sonrası bir grup insan bir ülke kurmuş.Kuruluş aşamasında iki lider anlaşamamış ve küçük bir savaş sonrası kazanan taraf ülkeyi yöneten pozisyonunda diğer tarafında gönlü olsun diye "kurucu" olarak adlandırılıyor.

Nükleer savaşın etkisiyle nesilde bir takım anomaliler var ve elbette sayıları da çok az.Bu yüzden 16 yaşında yöneticilerin belirlediği eşlerle evleniliyor.Kurucuların yaşadığı nispeten fakir bölümle, yöneticilerin yaşadığı zengin muhitten gençler evlendiriliyor.Bölece aradaki anlaşmazlığın tarih olması hedefleniyor.İnsanlar hiç tanımadıkları ve ilk kez orada gördükleri o kişiyle evleniyorlar.

Devletin bir işleyişi ve kuralları var.Kurallara karşı gelenler çitlerin dışına atılıyor.Kurallar tartışılabilir çünkü bir tecavüzcü de , evlenmeyi reddeden bir kız da çitlerin dışına atılabiliyor.Hayat şu anda da o zaman da çok adil değil.

Kurucunun oğlu olan adam(esas kızın babası) da yıllardır yönetici pozisyonundaki adamdan(esas oğlanın babası) nefret ediyor.Zamanında dedeleri savaşmış ama nefret ailede devam ediyor.Ama bu nefreti asla göstermiyorlar ve zaten Kurucunun kızı ile yöneticinin oğlu da evlenecek.Ama  yöneticinin oğlu kurucunun büyük kızı ile evlenmesi gerekirken evlilik sırasını iki sene erteleyerek küçük kız ile evleniyor.

Kahramanımız olan bu küçük kız ablasından hem fiziksel hem ruhsal olarak çok farklı.Babası ve ablasının yıllardır anlattıklarıyla büyümü ve evlendiği çocuktan da ailesinden de nefret ediyor.Hedefi de evlendiği adamı gizlice öldürüp, kargaşa çıkarmak ve yönetimi babasının ele geçirmesini sağlamak.Ama evlendiği çocuk Bishop Lattimer ile tanıştıktan sonra, yaşadığı bazı olaylardan sonra kendisine anlatılan herşeyin gerçek olmadığını görüyor ve yapması gerekenleri sorgulamaya başlıyor.Bakış açısıyla, seçimleriyle çok çok sevdiğim bir karakter.Ivy Westfall ve Bishop Lattimer açık ara favori çiftlerimden oldu.

Bu kitabın sonu da , kitap okunurken olanlar da muhteşem.Devam kitabını iple değil halatla çekiyorum.Mutlaka okuyun!

Bu akşam eve gidip Paris gezimiz için bavul hazırlayacağım.Kıyafetlerimi seçmiş ve bir kenara ayırmıştım zaten, Duru'nun giyeceklerini de kendi kıyafetlerimi de bavula koyup, yanımda taşıyacağım sırt çantasını da hazırladıktan sonra yemek yer ve yürüyüşe çıkarız muhtemelen.Eşimin akşam yapması gereken önemli bir işi vardı ve o bitti.Artık her akşam yürüyüş yapalım diye bir karar aldık ve bugün de ilk gün.

Duru'yu pusetine koyup gündüze göre nispeten serin Adana gecelerinde yürümek, etrafı izlemek, sohbet etmek çok dinlendirici oluyor.Aklımızdaki pek çok sorunu çözüyoruz, biribirimize anlatmayı unuttuğumuz bir sürü şey olduğu ortaya çıkıyor konuşurken.Bakalım.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Havadan sudan..



* Gazeteleri okurken hiç bir habere inanmıyorum.Her şey bir film kurgusu gibi.Sanki birileri bizi bir şeye ikna etmeye çalışıyor.35 yaşında aynı senaryoları göre göre uyanıyor insan.Her seçim öncesi kazma vurulan her yerde petrol fışkırması gibi:)

Biz yine de AVMlerden uzak duruyoruz.Yalnız bombalardan konuşa konuşa Duru'yu çok korkutmuşuz çocuk markete zor girdi dün akşam:)) O da bu ülkede bir 30 yıl geçirsin o da öğrenir korkmadan korkarak yaşamayı.

* Önümüzdeki hafta Paris'e gideceğiz.Bu kez turla gidiyoruz diye çok fazla araştırma yapmadım.Valizim neredeyse hazır ve araştırmalara da yarın başlıyorum kısmetse.Verilebilecek her türlü tiyoya açığım, minnettar kalırım.

* Cumartesi kahvaltıda pankek yaparak günün güzel geçmesini garantilemiş oldum.Sonrasında da neredeyse evden hiç çıkmadık, sadece akşam yemek için en sevdiğim hamburgerciye gittik.Yemek sonrası haftalık market alışverişimizi yapıp eve geldik.Tüm gün evde olunca bir sürü iş hallettim, kitap okudum, kızımla oynadım, tavşanımıza baktım.Güzeldi.



*Pazar günü de çok geç kalktık.Kahvaltıya oturduğumuzda saat 12:00 olmuştu!! İstek üzerine ve herkesin en sevdikleriyle hazırladığım kahvaltım çok beğeni aldı.Duru'ya önce yumurtaya yatırılmış,yumurtayı emdikten sonra üzerine konan bol tereyağıyla fırına verilmiş doğal Karadeniz ekmeği ile hazırladığım özel tarif,Murat'a aynı ekmeğin yumurtasız sadece tereyağı ve kaşarlı versiyonu ve yanına bakır tavada tereyağına yumurta, kendime de sevdiğimden değil diyette olduğumdan bol peynirli bir omlet.



Sonra Mesut Abilerle bir balıkçıda buluşmak üzere sözleştik.Pek çok balıkçı denedik (biliyorsunuz) ama çocuklar rahat oynasın da biz de iki sohbet edebilelim diye pek güzel bir oyun parkı olan klasik mekanımıza gittik.

Önceleri her şey çok güzeldi.Duru ve Defne parktaki bir kıza kafayı taktılar ve harika bir takım oldular.Kıza ne çok sinir olduklarını anlatıp duruyorlardı.Duru'nun bebeğini istemişmişte, babamın silahı var demişmişte, sizin masaya geleceğim demişmişte.Böyle sudan bahanelerle kızcağıza yüz vermiyor sıpalar.

Ama sonra yemekleri bitti ve o kız kalkıp gitti.Sonra parkta başka bir kız yine Duru'nun bebeğini istediğinde Defne bu kez o kızın tarafına geçti nedense:) Duru o kıza bebeğini vermiyor diye küstüler:)

Kalkana kadar benim yavrum 'barışalım' dediyse de Defnoş bir türlü barışmadı.En son ayrılırken zorla öpüştürdüler onda da 'babamın hatırı için öptüm yoksa öpmezdim' diyiverdi:))

Bizimki de ' barışalım' diyor ama bebeği o kıza yine de vermeyecek:)) Bu paylaşma konusunda çok farklı bir yazı okudum geçenlerde ve o günden beri oyuncağını ver , bebeğini ver vs demiyorum kızıma.Yazıda kısaca büyükler olarak biri evinizi, arabanızı istese paylaşır mıydınız ki çocuklara baskı yapıyorsunuz deniyordu.Aklıma yattı ve zaten Duru yalvarsam da paylaşmadığı için erkeklik bende kalsın hesabı 'versen iyi olur' dan başka bir şey demiyorum:)

Balıkçıdan ayrıldıktan sonra biraz alışveriş yapmak için Ziyapaşa taraflarına gittik.Ben alışveriş yaparken Duru ve Murat kahve içtiler.Biraz Caribou da oturduk biraz Tchibo'nun kafesinde oturduk derken akşam oldu ve evimize döndük.

Duru'yu yıkadım, tavşana yem verdim, altını değiştirdim kendim yıkandım, ertesi gün giyeceklerimi hazırladım ve nihayet yatağa girdim.Gece yarılarına kadar kitap okumasam iyiydi aslında ama neyse ki bu satırları yazarken gün de bitmek üzere:))

Siz haftasonunda neler yaptınız?

24 Temmuz 2015 Cuma

Cuma yazısı: Zıplama yok, neşe yok sadece savaş var!





Bu blogda ülke gündeminden bir şey paylaşmamaya özen gösteriyorum.Burası ailece yaşadıklarımızı kaydettiğim bir yer.Ne yaptık, nereye gittik, ne hissettik kızım ilerde bilsin, ben de ara ara açıp okuyayım, yaşananlar kayıp gitmesin diye yazılıyor.Ama işte son dönemde gündem o kadar karıştı ki, neredeyse bir savaşa dahil olacak olma ihtimalimiz, saçma sapan terör örgütlerinin insanları katledip durması o kadar endişelendiriyor ki beni...

O terör örgütü, bu terör örgütü, biri sözde İslamcı, biri sözde özgürlük mücadelecisi ama sonuçta her ikisi de silahlarını aynı yerden alıyor.Tüm bu savaşlar, patlamalar, ölümler aynı kişileri zengin etmekten başka bir şeye yaramıyor.Bir kısmı savaşmak için, bir kısmı savunmak için ama her şekilde silah almak zorunda kalıyorsunuz.

Silah satıcıları silah satıyor ve kullanılan silahlarla yaralalananlar için ilaç alınması gerekiyor.İlaç satan tipler de silah satanlardan çok farklı değil.Biraz da onlar zengin olduktan sonra savaşta yıkılan yerlerin inşaası için bu kez inşaat firmaları devreye giriyor.Onlar da zengin olmuşken bu sefer silah satıcılarının silah sattığı, yabancı ülkelerin gelişmemesinden memnun olduğu zavallı bir başka yerde yine saçma sapan bir sebeple savaş çıkıyor.Haydi biraz da oraya silah, ilaç satalım, yeniden inşa edelim.

Her savaşın anlamsızlığı bu resme bakarak anlayabilirsiniz.Siz anlamlı bir şeyler için savaştığınızı sanıyorsunuz ama aslında tek yaptığınız zaten zengin birilerini, kötü adamları daha da zengin etmek.Bu yolda ölünce kahraman, şehit falan da olunmuyor ne yazık ki.Olduğunuz tek şey eli kanlı bir zavallı olmak.

Eli kanlı çünkü başka insanları öldürüyorsunuz, zavallı çünkü şu dünyadaki yaşam süremiz olan hepi topu 80 yılı heba ediyorsunuz.Eğer Allah inancınız varsa diğer dünyayı da mahvettiğinizi söylemiş olayım.Size verilen sonsuz ruhu kirletiyor, zamanınızı aptallığınızla boşa geçiriyorsunuz.

İslam cumhuriyeti kurmak için binlerce Müslüman öldürmek de nasıl bir mantıkla açıklanabilir? İnsanları Müslüman, Hristiyan, Budist diye kategorize ediyor değilim.Herhangi bir insanın öldürülme fikri beni dehşete düşürür ama belli bir din adına savaşan insanların zaten o dine inanan insanlara eziyet etmesi olayın ne denli saçma olduğunu göstermesi açısından önemli.



Neden bu olanların saçmalığını göremiyor ve gencecik çocuklar bu saçma örgütlere katılmak için hayatlarından vazgeçiyor? Hele Avrupa'da yaşayan , göreceli daha özgür ve refah içinde bir hayatları olan kadınlar neden bir terör kapanına kısılmak istiyor? Herşeyi bırakıp kaçma sonrası yaşadıkları ne kadar da korkunç! Tecavüz, bir sürü adamın sözde karısı olmak!!

Kendimi bildim bileli terörün içinde yaşıyorum.Hayatımı bir canlı bomba saldırısı olur mu, aman kalabalık yerlere gitmeyeyim, aman şu şehre karayoluyla gitmeyeyim, aman şu bölgeye gitmeyeyim diye geçirmekten BIKTIM! Haberleri açtığımda öldürülmüş gencecik insanlara ağlamaktan BIKTIM!!

Sadece kendi ülkemdeki değil tüm dünyadaki terör haberlerinden( 1, 2, 3, 4) BIKTIM! Din gibi insanlara iç huzuru sağlaması gereken, iyi olmayı öğütleyen bir sistem nasıl terörize olur?

Bu hafta sevdiğim linkler yok, okumanızı istediğim linkler var.Bir tek kişinin bile farklı düşünmesini sağlayabilsem o herkesin istediği dünya barışına biraz da olsa yaklaşmış olabiliriz belki.







22 Temmuz 2015 Çarşamba

Bayram




İş yerinde çok yoğun çalıştığım son bir kaç haftada 4 günlük bayram tatili çölde vaha gibiydi.İlk günü bakıcımızı  çağırdık ve biz Murat'la beraber zaman geçirdik.

Sabah birlikte kahvaltıya giderek başladık.Sütiş'te Duru yedi mi yemedi mi stresi yaşamadan, kendimden başka kimsenin ağzına faydalı bir şeyler tıkıştırmadan uzun bir kahvaltı yapıp , gazete okudum.Sohbet konumuz yine dönüp dolaşıp "Duru'nun ne tatlı" olduğuna gelse de olur artık o kadar diyoruz:)

Daha sonra sinemaya gittik.Çok uzun süredir sadece çocuk filmlerine gittiğim için bana çok iyi geldi.Şansımıza film de oldukça güzeldi.

Çıkışta eve gidip ertesi gün çıkacağımız tatil için valiz ve havuz çantası hazırladım.

3 günlüğüne Mersin'de bir otel ayarlamıştık.Tabi bu buraya yazmak kadar kolay olmadı."İstanbul'a mı gidelim?, Hatay'a mı gidelim?,Antep nasıl fikir?" den sonra Mersin kararı verildiğinde bu kez hangi otel sorunsalı başladı.Nihayetinde daha önce de gittiğimiz eski adıyla "Enerji Otel" e gitmeye karar verdik.

Otele gitmeden önce Mersin Gözne yaylasındaki Sar.nıç isimli klasik mekanımıza uğradık ve kahvaltı yaptık.Yorgun yüzüme ve Duru'nun garip ifadesine rağmen bu fotoğrafı çok sevdim:


Etrafta hafta içi her gün kahvaltı veren pek çok başka yer var.Ve biz de daha önce başka mekanlara da gittik ama en sonunda en bol çeşitli en lezzetli kahvaltının burada olduğunu düşündüğümüzden artık hep aynı yere geliyoruz.


Sonra otelimize giriş yaptık.Yıllar önce daha Duru yokken gittiğimiz bu otel o zaman kocaman havuzu ve uygun fiyatıyla gönlümüzü kazanmıştı.Şimdi otelde yenileme çalışmaları da yapılmış olduğu için -ve diğer otellerde yer bulamadığımız için- kalkıp gittik.

Otel çok eskiydi.Henüz tadilat yapılmamıştı.Enerji sendikasının oteli olduğu dönemde yeni sahibi satın almadan önce bir süre mültecileri ağırladığı için oldukça bakımsızdı.

Ama personel çok ilgiliydi.Kat görevlisinden, resepsiyona kadar herkes otelin eylül ayında büyük bir revizyon geçireceğini ve "çok iyi" olacağını söyledi.Otelin sahibi devamlı oteldeydi ve mesela havuz kenarında şemsiye sıkıntısı oldu anında adamlarına hemen o anda üç yeni devasa şemsiye aldırarak müşterilerini rahat ettirdi.

Denizi ve sahili aslında mükemmel.Mersin otellerinin büyük kısmının sahili yok, bir iskeleden denize giriyorsunuz.Sahilde kimsenin denize otel tarafından girmediğini gördük.Yan sitelerin bölümü doluyken bizim tarafta kimse yoktu.Denize girmeye çalıştığımız anda bunun sebebini de anladık : denizin için kocaman kayalarla doluydu!

Biz de sitelerin sahilinden girdik.Ama sonrasında açıktan iskeleye ulaşma çabasına girdik ve Duru yanımıza olduğu için yüzmek yerine yürüdük ve ayaklarımız gerçekten parçalandı.Hala topallıyorum:)

Öyle bir noktadaydık ki geri dönemiyoruz her yer kayalık, ileri gidemiyoruz her yer kayalık.Yüzmeye kalksan kayalar göğsüne değiyor o kadar yüzeyde.Kayalara basa basa iskeleye ulaştık.Kötü bir yarım saat geçirdik ama tatilin keyfini kaçırmadı bu durum.

Ertesi gün gittiğimizde otelin tuttuğu dört beş kişinin denizdeki kayaları söküp sahile atmaya başladığını gördük.Yeni sahip hiç bir konuyu atlamıyor anlayacağınız.Eylülden sonra bu oteli yeniden deneyebiliriz bence.

Yemekler az ama lezzetliydi.Otelde çok az kişi vardı hiç bir yerde izdiham olmadı.Akşam yemek sonrası havuz kenarında çocuk parkının yanına oturup çay içtik.Bura da "Duru parkta enne baba başbaşa" selfiesi:



İkinci gün öğlen otelin çok yakınlarındaki Karadeniz lokantasına gittik.Mıhlama ve Akçaabat köftesi yedik.Yanında gelen kızarmış Trabzon ekmeği, çay ve salata ile şölene dönüşen yemek en çok mıhlamacı, yarım kan Karadenizli Duru'yu mutlu etti:)


Duru bu tatilin en çok eğleneni oldu.Sudan hiç çıkmadı.Kimi zaman kolluklarıyla büyük havuzda salındı, kimi zaman çocuk havuzunda arkadaşlarıyla takıldı, denizde ayakları parçalanmadan yüzen tek kişi de kendisiydi ve yorulduğunda havuz kenarında oturup Türk kahvesini yudumladı:)

İşte su kuşu Duru'nun bir sürü fotoğrafından seçtiklerimle an an Duru bayramı:







Yazımı Can Yücel'in çok sevdiğim bir şiiriyle bitirmek istiyorum.Bayram dendiğinde ilk aklıma gelen,yaşadığımız ne çok bayram olduğunu düşündüren harika bir şiir:

Bayram

Can Yücel

Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz
kalınca anlar insan...

Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir;
sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.

Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni
kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...

Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.

Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir
ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini
bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara
düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.

Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede
üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle
okşayan anne bayramdır.

"Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.
Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış
ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son
taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.

Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda
karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi,
nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.
Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta
ölebilmek bayram..
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.
Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler.
Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır.
Her gününüz bayram olsun..!


Nice bayramlarda, tatillerde görüşmek dileğiyle...

21 Temmuz 2015 Salı

Sürpriz akşam yemeği


Dün Murat aniden bir iş seyahatine çıktı.Akşam eve mutlaka geleceğini söyledi ama yemeğe yetişmesi mümkün olmayacaktı.Duru ile yalnız başımıza yemek yiyecektik ve bu düşünceyle eve girdim.Sonra telefonum çaldı ve iş yerinden bir arkadaşım Duru ile beş dakika içinde hazırlanıp inmemizi çünkü birlikte en sevdiğim hamburgerciye gideceğimizi söyledi.

"Biz gelmeyelim.Duru evden çıkmak istemez belki" şeklinde bir bahane öne sürdüm ama o sırada yandan "hadi gideliiim" diye bağıran bir Duru yüzünden bahanem havada kaldı.Beş dakika içinde aşağıdaydık ve karı koca aynı iş yerinde beraber çalıştığım arkadaşlarım ve biricik oğulları ile birlikte harika bir akşam geçirdik.

En sevdiğimiz hamburgercide yemek yedik, kitapçıya uğradık ve sonra bizi eve bıraktılar.

Yalnız geçeceğinden emin olduğum bir akşamı böyle renklendirdikleri için o kadar mutlu oldum ve sevindim ki. Yaşasın arkadaşlar, yaşasın hamburgerciler !

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Tatil dönüşü!


Bayram tatilini fırsat bilip üç günlüğüne Mersin'e kaçtık.Tatil güzeldi, çok eğlendik, yazacak bir sürü şey var ama şu an çok yorgunum.Vazli boşalt, çamaşır yıka vs derken pilim bitti.

En kısa sürede görüşmek üzere..

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Son okuduklarım: {Buram buram romantizm}


En son okuduğum kitapların arasında geçen Siyah Kadife isimli kitabı çok sevmiştim.Yazarın bir kaç kitabını daha hemen sipariş ettim.Ve gelir gelmez de peşpeşe okuyup bitirdim.

Çok benzer bir temada yazılmış kitaplar başlıkta da yazdığım gibi buram buram romantizm yer yer ero.tizm kokuyor ve mutlu sonla bitiyor.

Ben bu türün meraklısı, hayranı ve okuruyum.Benim ilgimi çekiyor, içine alıp sürüklüyor ve sonuçta da mutlu ediyor.Ama üstü üste okumak bende bile doz aşımı yaptı açıkçası:)

Sonrasında yine benzer bir tür okudum ama aşırı doz romantizmden kusmamak için araya gerilim, macera tarzı bir iki kitap serpiştireceğim ;)

Tatlı Tuzak: Bir dükün aşırı yağışlar nedeniyle mahsur kaldığı bir kasabada hanın güzeller güzeli kızına sarkıntılık etmek için odasına girmeye niyetlendiği gece yanlışlıkla kızın erkek tipli arkadaşının odasına girmesiyle başlıyor olaylar.Aralarında evlenmelerini gerektirecek bir şeyler olduğunu sana dükün kızla biraz da üvey annesini çıldırtmak için evlenmek istemesi, kızın da düke gördüğü andan beri aşık olması sebebiyle kabul ettiği evliliğin hikayesi anlatılıyor.

Kalbin Ateşi: Kardeşinin intikamını almak için intikam planı yapan çılgın İskoç Davina'nın intikam alacağı adamın kuzenine aşık olması konu ediliyor.En sevdiğim kitap kesinlikle buydu.

Kalbimi Çaldın: Bahçıvanın torununun evin sahibine aşık olması ve gelişen olaylar.En beğenmediğim buydu.


Bu da fotoğraf çekimi için rica ettiğimde Duru'nun yüz ifadesi.Kendisine muhtaç olunduğu anda takındığı tavrın hastasıyım.Sonrasında "aşkolsun" dediğimde mahcup olup üstte gördüğünüz düzgün pozu verdi neyse:)

İşte "sen ona bağ bağışlarsın o sana bir dal koruk vermez" atasözü boşa söylenmemiş gördüğünüz gibi.Evlatlarınıza bel bağlamayın:))


13 Temmuz 2015 Pazartesi

Merhaba!

 
 
         Siz sayın okurlarımı sevgili tavşanımız Zıplak ile tanıştırmak isterim.Kendisi eve geldiği ilk gün kutusundan zıplayarak dışarı çıkmış olması dolayısıyla aldığı ismiyle, pamuk tüyleriyle, kırmızı gözleriyle, Duru'nun tüm sevgi gösterilerini sakince kabullenmesiyle, koca bir demet maydonozu o küçücük gövdesine rağmen yiyebilecek iştahıyla gönlümüzü fethetmiştir.
 
    
Zıplak ve Duru yemek sonrası balkonda birlikte oyun oynarken: 
 

8 Temmuz 2015 Çarşamba

CUMA!



{Kumsalda çekilen fotoğraflara bayılıyorum.Işık o kadar güzel ki her fotoğrafta renkler, gölgeler şahane oluyor.}

Ve uzun bir aradan sonra yine zıplayan bir fotoğrafla bir cuma yazısı yazıyorum.Yaşasın!

Geçen hafta çok yoğundu ve çok yorulmuştum.Bedensel yorgunluktan çok iş açısından gergin bir dönemdeydim çok şükür geçti.Bu hafta nispeten sakindi.

İki uzun hafta aradan sonra tekrar spora başladım.Ramazan dolayısı ile cesaret edemiyordum ama iki haftada bünyem oruç tutmaya alıştı ve hocalarımız da uygun bir program hazırladıklarını söyledikleri için denedim.Çok uykusuz bir günümde hem de oruç olmama rağmen sıkıntı yaşamadım.

Arkadaşım Sezer çok bakımlı bir hatun.Yıllardır yaptığı bakımlar, küçük operasyonlarla kendini o kadar değiştirdi ki inanamazsınız.Güzelliği aslında içinden geliyor (içinin güzelliği dışına yansıyor) ama bunun dışında yaptığı akılcı dokunuşlarla da ciddi anlamda bir fark oldu.

Onun güzellik anlayışı kusursuzluk aslında.Yani fiziği o kadar güzel ki, neredeyse tüm vücudu kas yani ben onun yerinde olsam ne bulsam yerdim:P Ama o haftada beş gün spor yapıyor sabah beşte falan kalkıp yürüyor bir de üstüne yediklerine çok dikkat ediyor.Vücudunda selülit falan da yok ama buna rağmen cilt dokusu canlansın diye bir şeyler yaptıracağını söylediğinde bu kez ben de ona katılmak istedim.

Bana pek uymayan bir şey gibi görünüyor ama benim güzellik ve bakım anlayışım tam olarak bu aslında.Çünkü ben doğal, çok uğraşılmamış gibi duran güzelliği seviyorum.Yataktan kalktığımda güzel olmak istiyorum.Bu yüzden gözümün üstüne ince bir kalem şeklinde kalıcı makyaj uygulaması aklıma yatıyor mesela.Makyaj olarak yaptığım tek şey gözümün üstüne kalem çekmek olmasına rağmen her gün her gün kalem çekmek zor geliyor çünkü.

Bana cildi güzel gösteren bir krem önermeyin cildi güzelleştiren bir makina önerin:) Hergün hergün güzel gösteren kremi sürmekle uğraşamam çünkü.

Saçıma boya yapmıyorum kına yakıyorum çünkü doğal olmayan kimyasal bir şeyi kafama süremem ve saçımın o doğal dokusunu bozamam.Doğal doku bozulursa saçıma belki fön gerekecek, belki jöle falan sürmem lazım olacak.Uğraşamam.Saçımı tarar ve çıkarım ben.

Vücudumla ilgili de spor yapıyorum mesela.Korse giymem ya da ince gösteren kıyafetler almakla, aramakla uğraşamam.Göz yanılgısı değil gerçek güzellik peşindeyim.Radyo frekans ve vakumun bir arada uygulandığı bu sistem ise masaj mantığında olduğu için hoşuma gitti.

Toplamda on seans sürecek sonuçta dokuda bir pürüzsüzlük ve sıkılaşma vaat ediyorlar.Ve işlemi yapan yerin sahibi hanım bizim spordan arkadaşımız.O da tıpkı Sezer gibi kusursuzluk peşinde ve  bana çok güven veriyor.Bu işlemin ilkini geçen cuma öğlen arasında yaptırdım.Yaklaşık bir saat sürdü ve her yerim kızardı, ısındı filan.

O akşam kayınvalideme iftara davetliydik.İşten çıkışta eve uğramadan kayınvalideme geçtik.Orada Duru ne zaman bacağıma dokunsa canımın acıdığını farkettim.Eve gelip üstümü çıkardığımda ise bacağımdaki kocaman morlukları görüp şok oldum:)

Vakumla dakikalarca çekilen bir bacak için normal bir durum aslında.Ve bu morarmalara normal insanların tepkisi ne olur bilemem ama biz Sezer'le pek bir memnun olduk:) Demek ki işe yarayacak dedik.

Bu bakım işine başlamışken kaşlarıma da el atayım dedim.Kaşımı kendi varolan kavisine göre almadıklarından alt kısmı yuvarlak gibi duruyor.Kaş aldırmak, saç kestirmek bana öyle zor geliyor ki çoktandır iş yerine en yakın kuaföre gidip duruyordum.Arkadaşlarla beraber falan olunca kuaför işleri daha tahammül edilebilir oluyor:)

Tabi kaş düzelttirmeyi kafaya takınca işe en yakın kuaföre gidemeyeceğimi farkettim ve konuyla ilgili araştırma yaptım nihayet çarşamba günü bu konuyla ilgili methini duyduğum bir hanıma gittik.Kaşlarımın yeni halini çok sevdim.İfadem değişti resmen.Yani en fazla iki üç kılın yeri değişmiştir ama o bile çok anlamlı bir değişime sebep oldu.

Kaportayı topladığımız bir hafta oldu diyebiliriz kısaca:))

Gelelim bu hafta gezinirken internetten bulduklarıma :

Yurdum insanı başlıklı her haberi mutlaka tıklarım.Çok eğlenceli!

Ben ani ses ve hareketlerden çok korkarım.Duru'nun da bu ara en sevdiği şey sinsice yaklaşıp "böö" yapmak.Korkudan zıplamışsam mest oluyor.Bu video da Duru'nun eşşek kadar olmuş versiyonunun zavallı annesine çektirdikleri.

Çok yakın bir arkadaşım sanat tarihine merak saldı.Anlattıkları beni de çok etkiliyor.Ünlü ressamların eserlerini tanımak için ipucu veren bu yazıya da bu sebeple bayıldım.

Yüzü gözü güneş koruyucu olmuş bu bebeklere çok güldüm.{Hergün hiç aksatmadan yaptığım tek şey güneş koruyucu sürmek.}

Bana göre değil, asla beceremiyorum ve açıkçası uğraşamam da ama saç maşası kullanımı için bir kaç numara belki sizin işinize yarar!

Neşeli, mutlu, sağlıklı haftasonları dilerim! Çılgınca eğlenin;)







İstanbul {Çok eski bir gezinin yeni yazısı}

Çok eski bir tarihte gittiğimiz İstanbul gezisinin fotoğraflarını taslak olarak bulunca yazıyı hala yazmadığımı hatırladım.Çok güzeldi ve unutulmaması gereken anılardı.Bu yüzden aradan geçen tüm o süreye rağmen fotoğraflarla kısacık da olsa bir şeyler yazmak istedim.

Bol bol yiyip içtiğimiz bir tatildi.Zaten artık biz Murat'la bir yere gitmeden önce ilk olarak "ne yeriz"e bakar olduk.Ben gün gün sabah şurda öğlen şurda yeriz diye listeler yapıyorum.Gezilecek yerlerin yakınında meşhur yerler arıyorum ya da meşhur yenecek yerlerin yakınında geziyoruz:P

İstanbul'a gittiğimizde mutlaka uğradığımız bir yer "Shake Shack" ve Godiva oluyor.Hamburgerlerine ayrı, patateslerine ayrı bayılıyoruz.Duru ile Murat da Godiva'da fondü yemeden yapamıyor:)


Ben çok ince araştırmalar yapmıştım.Bir Can Oba'ya rezervasyon probleminden dolayı gidemedik mesela.Ama Yeni Lokanta'ya gittik.Ama maalesef yiyemeden kalktık.O gün Me.sut Abilerle birlikteydik ve menüyü, ortamı beğenmedikleri için sipariş vermeden kalktık.Murat'la tek gittiğimizde mutlaka uğrayacağım dediğim bir yer olarak aklıma yazdım:)

Bir gün kahvaltı için Emirgan Sütiş'e gittik.Ama Adana'daki Sütişle birebir aynı olmaları sebebiyle her zamanki kahvaltı adresimiz olan Sade Cafe'den vazgeçmemeye karar verdik.



Duru ve bebekleri.Bir anne hassasiyetiyle bebeklerini her yere taşıyor, besliyor, seviyor, parklarda sallıyor  ve hatta ....



                     ..... altını değiştiriyor :)


Deniz kenarında yürüyüş de vazgeçilmez.Bebek sahilinde yürürken etraftaki evlere hayran hayran baktım.Denize bakan evde havuzdan çıkıp kurulanan insanlar gördüm mesela.Hergün evinin balkonundan bu nefes kesen manzaraya karşı kahvaltı yapabilmek de harika olmalı.{Ama bu imkanlar bile o kalabalığa, o keşmekeşe değmez, en iyisi ara sıra gidip gelmek:P }



İstanbul'da en çok kahvaltı yapmayı seviyoruz.Namlı Gurme ve Sade Cafe favorimiz.Namlı Gurme:


Keşke görüntü gibi sesleri de kaydedebilsek fotoğraflarda.Arka masamızda oturan bir kızcağız o kadar komikti ki sizin de görmenizi isterdim.Çok nevi şahsına münhasır biriydi ve gerçek bir karakterden çok dizi kahramanı gibiydi.




Sade Kahve:



Sade Kahve'de özellikle çiğ börek mutlaka yenmeli.Burada Duru'yu elinde bir parça çiğ börekle bana bir şeyler söylemeye çalışırken fotoğraflamışım:)



Mesut Abilerle ayrı takıldık ilk gün.24 Nisan'da ise buluşup Vialand'a gittik.O gün normalde tatil olmadığı için çok sakindi.Hemen her oyuncağa sıra beklemeden bindik:)

 
Vialand'da Duru'yu babasına satıp tüm çılgın oyuncaklara bindim.Yeni bir yere yaklaştığımızda Duru önüme geçiyor, bacaklarıma sarılıyor ve "ben binemezsem sen de binme" diyordu:))



 
Defne ile Duru girişte kiralanan bebek arabasıyla ilgili kavga ede ede gezdiler.Oyuncaklara binince barışıyor inince kavgaya kaldıkları yerden devam ediyorlardı:)
 
Sonuçta dönüp baktığımda beni çok mutlu eden bir dört gün hatırlıyorum.Ve en kısa zamanda sağlıkla, mutlulukla tekrar gidebilmeyi diliyorum.



6 Temmuz 2015 Pazartesi

Seviyorum!



Boşan{ma}



Evliliği yürütmek emek istiyor.Hayat şartları zor.Can sıkıcı bir sürü şey oluyor ve insan evine her zaman mutlu, neşeli dönemiyor.Mutlulukları paylaştığınız kadar endişeleri, korkuları ,üzüntüleri de paylaşıyorsunuz.

Evliliğin ilk sırrı sana saygı duyan ve seven biriyle evlenmek bence.Çünkü saygı yoksa sevgi de zamanla yıpranır.Sana, isteklerine,hayallerine,tercihlerine,fikirlerine saygı duymayan biri bir süre sonra seni boğmaya başlar ve..

Kadın arkadaşlarımın içinde "erkek maço olmalı" diyenleri duyuyorum.Hiç evlenmemiş bir arkadaşım "çok seversem bana bir tokat atmasını isterdim" demişti!! Bunlar bana çok uzak, asla anlayamayacağım şeyler.Benim için evlilik eşitliktir.

Baskı, yasaklama, üzerinde hüküm kurmaya çalışmanın sevgiyle uzaktan yakından bir alakası yok.Ve genç kızların kafasını bu tip "maço erkek", "sahiplenici erkek" masallarıyla doldurulmasını da anlamıyorum.Tabi ki başın sıkışırsa yardım edecek, elbette her durumda aynı safta savaşacaksınız ama bu hoş bir sahiplenme kesinlikle senin yerine karar alma, sana hükmetme anlamına gelmemeli.

Bu konular nerden aklıma geldi derseniz komik bir hikayeye bağlarım bu yazıyı.İki gün önce bir arkadaşımla koridorda karşılaştık.Merhabalaştıktan sonra ıkına sıkına "eşimle ayrılıp ayrılmadığımı" sordu!

Yoo dedim ama nasıl rahatsız hissettim anlatamam.Kimden duyduğunu sorduğumda dışardan birilerinden duyduğunu söyledi.Bizim iş yerinde isimler "D.erya,Fer.ya,Se.lda, Ye.lda, Belm.a" şeklinde hep kafiyeli.Aynı yerde çalışan yedi sekiz kız kardeş gibiyiz:) Bu sebeple adım bu isimlerden biriyle karışmış olabilir diye düşündüm.

Umarım kimse boşanmıyordur , umarım bu öyle bir yanlış anlaşılmadır.

Sonra aklıma ilk evlendiğimiz sene yaşadığımız bir olay geldi.Biz evlendikten üç ay kadar sonra annemler Ankara'ya taşındı.

Evlenmeden önce aldığımız evde bir kadın oturuyordu ve eşiyle arası çok iyi değildi.Evi bize satma aşamasında sanırım boşanmışlar.Sonra düğün oldu biz eve yerleştik.Apartman da her kat tek daire altı katlı küçük bir apartman.Bizim o evde altıncı katta yaşlı , hafif Alzheimerlı bir teyze vardı.Annemin bir arkadaşıyla da bu teyze arkadaşmış meğer ve bir kadın gününde karşılaşıyorlar.Teyze "bizim apartmanda da bir gelin eşinden ayrıldı" diyor.

Kastettiği evi satın aldığımız aile ama annemin üstün zekalı arkadaşının aklına hemen ben geliyorum.Ertesi gün bizim eve geliyor.Tabi ben çalıştığım için evde değilim ama teyze bu kapı açılmama durumunu eşimden ayrıldığım için evden de ayrılmama bağlıyor.

Hemen annemlerin eski evine gidiyor.Kapıyı çalıyor ama tabi ev boş olduğundan kimse açmıyor,orada komşulara nerede olduğumu soruyor komşular tabi bilmiyoruz diyorlar.Yine zekasını konuşturuyor ve kız sokaklarda yatıyor diye düşünüyor ve annemleri arıyor.

İş yerinde telefonum çaldı açtım baktım annem.Daha merhaba dememle.Annem ağlayarak neler oluyor diye bağırmaya başladı.Nerde kalıyormuşum da ayrılıp nasıl kendilerine haber vermezmişim de.Şaşırıp kaldım.Tüm o ağlamalar, bağırtılar arasında bu üstte anlattığım hikayeye ulaşana kadar akla karayı seçtim.

O zaman ter içinde kalmıştım, hala hatırladığımda içim sıkılır ama aslında baksan komik bir olay.Sonrasında annemin arkadaşını arayıp bir iki laf etmiştim de.Yani insan emin olmadan bir kızın uzaktaki ailesine böyle bir haber verir mi?

Güzel bir hafta olsun inşallah.

Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..