30 Kasım 2015 Pazartesi

Haftasonu


Cuma günü Duru'nun okulunda havuz günüydü. Daha önce Ankara ve Erzurum'a gittiğimiz için Duru havuza ilk kez girecekti.Velilerin gelmesi çok istenmiyor ama tribünden izlemelerine izin veriliyor.Ben de bu ilk gün hem ortamı görmek, hem saçlarını tam kurutuyorlar mı kontrol etmek amacıyla okula gittim.

Okulun düzenine hayran kaldım.Havuzun içindeki yüzme öğretmeninin dışında iki sınıf öğretmeni de havuz kenarında duruyor. Çocukları ikişer ikişer çıkarıp duş aldırıp bornoz giydirip giyinmeye götürüyorlar. İlk başta havuza girmek istemeyen genelde kenarda takılan çocuklardan başlıyorlar.Havuz çıkışı kızıma sınıfta uğradığımda saçları kupkuruydu.

O gün {elbette} bir sürü video ve fotoğraf çektim.Ama benimkiler çok uzaktan çekilmiş.Bu fotoğrafı ise bir öğretmeni çekip bana yollamış:



Cumartesi gideceğimiz akşam bir yemek daveti vardı.Bir de hediye alalım istedik.Çok uzun süredir alışveriş merkezine gitmiyoruz bu bahaneyle gitmiş olduk:




Ben mağaza mağaza gezinirken Duru da her türlü oyun alanında oynadı. Burada da kendisini ata biner ve anneye çarpmaya çalışırken görüyoruz:

 
Uzun süredir bilekte ama bileğe tam yapışan bir bot arıyorum.Derimod'a baktım benim denediğim her botu Duru da denedi.Ve kesinlikle benden iyi taşıdı.Şu pozlara, şu kameraya direk  bakmamaya, şu ellerin beldeki duruşuna bakar mısınız?
 
 
Alışveriş sonrası eve gidip üstümüzü değiştirdik ve işte sofra:


 
Menü tam benim sevdiğim gibi az ve özdü.Tarhana çorbası, içli köfte, zeytinyağlı kuru patlıcan dolması,acılı meze, tahinli patlıcan salatası ve karnıbaharlı, brokolili çok değişik bir salata. İnsanın gözünü korkutmayan bir davet oldu, güzeldi.
 
Duru sadece çorba ve içli köfteden yedi.Patlıcanlı salatayı denettirdiğimizde ev sahibi Duru'ya nasıldı diye sordu.Bizimki "birazcık bile beğenmedim" deyiverdi:)) Ben de "ilerde biz senin evine geldiğimizde biz de senin yemeklerini beğenmeyeceğiz o zaman" dedim."Kovarım sizi" dedi :)))
 
Onun beğenmediği patlıcanlı salatadan özür mahiyetinde ben bol bol yedim:))
 
Sonra çocuklar için yaş pastaya mum ayarladık.Kaç kez üflediler bilemiyorum.Pastanın üstünü kimse yemedi tabi.Mumu küçükler üflerken biraz tükürüklü üflüyorlar da:))
 
Duru Aslan'a hiç gıcıklık yapmadı.Eskiden pek bir sevmezdi ama bu sefer ben Aslan'a aldığım hediyeleri paketlerken o da kendi oyuncaklarından birini paketleyip götürmek istedi mesela.Pasta üflerken de onu bir abla gibi kolladı, onun da üflemesine izin verdi.
 




Sonra da biz kızlar nedense  böyle yere çöküp bir poz verdik.Ama karşımızda üç ayrı telefon var ve dolayısıyla herkes ayrı bir yere bakmış:) Yine de çok sevdiğim bir foto oldu.En çok Duru'nun gülüşünü sevdim.

 
 
Pazar günü eşim çok sevdiği bir abisinin cenazesine katıldı,Allah rahmet eylesin çok sevgi dolu, dost bir insandı.Cenazeden geldiğinde onu pek nefis bir kahvaltıyla karşıladım.Pankek, menemen, sucuklu yumurta gibi bir sürü çeşit vardı.Sonra neredeyse tüm günü pijamalar içinde koltukta yayılarak geçirdim.Kitap okudum falan.
 
Ama Murat evde elden geçirmeyi düşündüğüm her yeri elden geçirdi.Ben kavga çıkar sanıyordum ama o kendiliğinden, ben ona söylemeden hemen her eşyasını ayıkladı.Bir de ben oturma odasındaki yatağın altıyla ,Murat'ın odasını toplayacağım diyordum o da aynen öyle yaptı.Oturma odasındaki koltuğun altı bomboş ve Murat'ın dolabında resmen bir bölüm boşta kaldı.
 



Kendi gözümle görmesem inanmazdım.Murat bitini atamaz.Ama bu sefer çok sıkı bir eleme yaptık.Belki elli tane kaset vardı onları bile çöpün yanına bıraktık.Kaset mi kaldı Allahaşkına? Kasetçalar bile yok.Belki o kasetler de çalışmıyordur zaten.

Tüm bu işlerden sonra giyinip bir şeyler yemeğe gittik:



Oradan da kayınvalideme gidip çay içip sohbet ederek günü kapattık.Eve gelip kızımı yıkadım, kendimiz banyo yaptık, kitabını okuyup Duru'yu yatırdım.

Gece başladığım kitabı bitirme hırsıyla biraz geç uyudum.Kitabı çoooook sevmiştim ama sonuna da bir sinir oldum bir sinir oldum anlatamam.Yazarı internetten bulup bir iki laf etmeye karar verdim:) Sabah paçavra halinde yataktan kalktım tabi:)

Sizin haftasonunuz nasıl geçti? Neler yaptınız?

26 Kasım 2015 Perşembe

Cuma!


Bu hafta çok yoğun bir haftaydı. Hayatımda çok büyük bir değişiklik oldu,yıllardır gittiğim arkadaşım olan spor hocalarımla yolumu ayırdım sonra ilk kez cheesecake yaptım, ilk kez bir mutfak eğitimine katıldım.

Spor yapmaya iş yerinde bir grubun bosuya gidiyor olmasıyla başladım. İğrenç bir spordu her yerim tutulmuştu ama grupça gidiliyor olduğu için bırakamadım. Bosu bittiğinde içime spor aşkı yerleşmişti.

Ayşegül ve Aslı reformer pilates yapılan bir yer bulduklarını benim de katılıp katılmayacağımı sorduklarında tamam dedim ve üçümüz bir yıl boyunca beraber reformer yaptık.Sonra ücretlerde bir artış oldu, kızların hayatında bir takım değişiklikler oldu(evlenmek gibi:P) ve sonuçta kızlar spora devam etmeme kararı aldı.

Ben spora devam etmek istiyordum ve bir kaç ay aradan sonra Sezer'le fit in time diye bir yerde vücudumuza bağlanan elektrik kablolarıyla spor yapmaya başladık. Bir kaç ayın sonunda oradan ayrıldık çünkü elektrik kabloları kısmının sağlık üzerine etkileriyle ilgili şüphelerimiz vardı ve beraber benim ilk reformer yaptığım yere döndük.

Buradaki spor hocası kızlarla arkadaş olmuştuk, Sezer'le daha da kaynaştılar {çünkü o benden yaklaşık bin kat daha sıcakkanlı birisidir ve sosyaldir} iş yerinden bir arkadaşın ve Sezoşun kuzeninin de dahil olduğu bir grupla burada devam ettik. Aradan aylar geçti. Benim fiziki değişimim iş yerinde bir sürü kişiyi spora yönlendirdi. Ve yaklaşık on kişi mat pilates dersi için anlaştı.

Biz zaten haftada iki reformer pilatese gidiyorduk haftada bir de mat pilatese gidelim dedik.Hem vücut şaşırsın hem de arkadaşlarla beraber olalım istedik.

Sonra o dönem benim işlerim çok yoğunlaştı, anneannem hastalandı Erzurum'a gittim derken yaklaşık üç hafta mat pilatese gidemedim. Ama hepsinde gelemeyeceğimi önceden haber verdim. Son iki dersi alıp mat pilatese devam etmeme kararındaydım. Üçüncü dersin çıkışında spor hocalarından biri beni çağırdı. Haftada bir derslerde bir devamsızlık hakkı verdiklerini ve benim üç devamsızlık yaptığımı söyledi. Bir dersim kaldı zaten o derse de gelme mi demek istiyorsun dediğimde bana evet dedi.

Bunu duyunca ben:





Çok uzun süredir insanların yaptığı şeylere çok üzülmüyorum. Önemsememeye başladım çünkü.Ama bu olaya çooook üzüldüm.Yaklaşık üç yıldır birbirimizi tanıyoruz, beraber yemeklere gittik, dedikodular yaptık, özel hayatımızdan konuştuk ve bu şekilde anlamsız, önceden söylenmemiş bir kuralla bu şekilde davranılmasında bir mantık göremedim.

Mat pilateste alet yok dolayısıyla "sen üç haftada bitirmedin yerine gelecek biri var yani alet dolu o yüzden sıkıntı oluyor" gibi bir durum yok.Ders sekiz kişi de olsa, on kişi de olsa, üç kişi de olsa yapılıyor.

İşte sonrasında Murat'la da konuştum ve parasını ödediğim son iki reformer dersim de dahil olmak üzere bir daha o merkeze gitmemeye karar verdim. Sezer kızlara olayı anlatmış ve kırıldığımı söylemiş saçma sapan bahaneler sunmuşlar "işte orada biri vardı da, o duyuyordu da o yüzden öyle söyledik" falan falan.Beni yaklaşık beş kez aradılar telefonu açmadım.

Çok olgun bir davranış değil biliyorum ama benim özür anlayışım bu değil. Bir kere Sezer benim kırıldığımı söylemeden beni aramadılar. Madem orada başka bir üye var diye böyle söylendi o zaman neden beni hemen arayıp düzeltmediler?

Bir de ben bahanelere sığınmadan yapılan, hatasını kabul eden insanın özrünü kabul etmekten yanayım. Çünkü bahanesi olan insan sizi yine kırmaktan çekinmeyecektir, pişmanlığı azdır belki yoktur, yaptığı hatayı tamamen kabul etmiyordur.

Yine de Sezer'i bugün beşinci kez  arayıp ısrarla benle konuşmak istediklerini duyunca aramaya karar verdim, bu bir haftada kırgınlık seviyem değişmese de üzüntüm azaldı.

Ama aramadım mesaj attım. Cevap olarak benle konuştukları sırada yan odada birileri olduğunu işte onlara mesaj vermek istediklerini, çok üzgün oldularını, o iptal ettiklerini söyledikleri mat dersine gelmemi filan söylediler.

Bunu duyunca ben:




İyice sinirlendim. Böyle bir oyunsa bana önceden haber vermeleri gerekirdi ya da ben daha oradan ayrılıp işe varmadan konuyu açıklamaları gerekirdi.

Ve bu arada derslere hiç ara vermedim çünkü hemen yeni bir hocayla anlaştık. Üstelik ayda ders ücretimiz %40 oranında daha azaldı. Bu hoca kızlara kıyasla biraz daha eğitimsiz duruyor ama kesinlikle para konusunda daha rahat. Yani ders bir saatse ama çalışılması gerektiğini düşünüyorsa 1.5 saat ders yapmaktan çekinmiyor.

Bunu görünce ben:



Dün akşam da cheesecake ve kiş yapmak için bir eğitime katıldım. Üç kişiydik ve bir de hoca iş çıkışı 17:30 gibi başlayıp saat 21:00'e kadar çalıştık.Gün sonunda da ürünlerimizi alıp eve gittik.

Evde beni {cheesecakei} kurt gibi bekleyen iki kişiye {Murat ve Duru} kekin henüz sıcak olduğunu ve ancak ertesi akşam açmamız gerektiğini söylediğimde çok yoğun itiraz ettiler. Tüm akşam keki beklemişler de mutlaka yemelilermiş de.Kişi burunlarına bile sürmediler:)) Bu akşam meşhur cheesecakein tadımı var anlayacağınız:)

Eğitim fotoğrafları falan daha sonraki bir yazıda. Şimdi biraz sevdiğim linkler yapalım mı?

Hürriyet listelerine pek güvenmem aslında.Bir sene o listeyi baz alıp rezervasyon yaptırdığımız otelin iflasın eşiğinde olduğu ve tavanlarının bile aktığını öğrendiğimizde gitmemize sadece üç gün vardı. Bayağı bir stresle rezervasyonumuzu değiştirmiştik. Ama yine de göz atmak, yeni bir fikir olması açısından anlamlı. Türkiye'nin en iyi 10 brunch mekanı.

Kindle için Türkçe e- kitap okumanın yolu. Bunu tabi ki anlamadım ama anlayan biri {Murat} olur diye umuyorum:)

Sağlıklı bir TATLI. { Ayşe Abla bu sana;) }

Çok şık bir çanta. Hem el çantası hem sırt çantası olabiliyor olması benim çok hoşuma gitti.

Beni çok düşündüren bir yazı ve bir diğer yazı.

Herkese çok şahane bir haftasonu diliyorum.Kimsenin sizi üzmediği, incitmediği, herkesin birbirine çok kibar davrandığı, nefis tatlılar yiyip hiç kilo almadığınız, saatlerce yürüyüp bir anda beş kilo verdiğiniz, bebek emziriyorsanız sütünüzün dolup taştığı, bebeğinizin altı saat aralıksız uyuduğu, dünyada en beğendiğiniz yazarın en şahane kitabını tesadüfen gördüğünüz, yaptığınız tüm yemeklerin çok lezzetli olduğu, mutlu, sağlıklı bir haftasonu diliyorum.

Hayatta mucizelere inanın çünkü bizzat siz de bir mucizesiniz !

25 Kasım 2015 Çarşamba

Haftasonu:


Haftasonu çok uzaklaşmadan {perşembe günü diyor bunu yazar!} neler yaptık yazayım.Çok güzel bir iki gündü, unutmak istemem.

Haftasonu cuma akşamı başlar.Hatta tüm haftasonunda en sevdiğim zamandır cuma akşamı.Her şeyin başladığı, daha önümde koskocaman iki günün olduğu o özel akşam:)Cuma akşamları genelde dışarda yemek yiyoruz.Ya da mesela evde kahvaltı yapıyoruz.Sağlıklı beslenmenin gözardı edilebileceği {Murat ve ben için} , iki insan görüp sosyalleşilebilecek bir gün.

Bu cuma da büyük bir sürpriz yapıp Ti.ko'ya gittik:)) Tiko elbette sürpriz değil ama Murat pek sevmediği için cuma akşamı tercihlerinden biri asla olmamıştır.Ben Tiko'ya tek başımayken ya da arkadaşlarımlayken gidiyorum genelde.

             

Yemek sonrası kayınvalidemlere uğrayıp biraz oturduk sonra eve geldik.Hemen yattık.

Cumartesi sabah Murat'ın işi vardı biz anne kız başbaşa bir yarım gün planlamıştık. Duru'nun reklamını görüp mutlaka gidelim dediği "Pırdino" isimli filme Defne ve Gül Abla ile gidecektik.

Evde kahvaltı yaptık.Duru'nun ağzında bıldırcın yumurtası ile pek keyifsiz olduğu görülüyor.Ama o yumurtayı yemeden evden çıkamaz:) Küçük olduğu için tek lokmada yutuluyor ve sonrasında yiyip yememesine çok takılmıyorum.Tereyağlı ekmek ya da örgü peyniri gibi sevdiği bir şeyi koyuyorum önüne zevkle yiyor.Yemese de nasıl olsa proteinini aldı diyorum:)
 
 

 
Kahvaltı sonrası hazırlanıp Real'e gidiyoruz. Orada bizi kötü bir haber bekliyor.Köstebekgillerin yeni filmi çok yakında vizyonda olacakmış!! Ühü.
 
Kızlar koşup poz verdi ama laf aramızda bu filme gitmeye pek niyetim yok ;)

 
İşte bu da bizim film; Pırdino. Çocuklar çok heyecanlanınca ben de güzel bir şey sanmıştım.Köstebekgillerle aynı yapımcı firma olmasına hiç şaşırmadım.Konusu olmayan, kötü oyunculuklarla dolu saçma sapan bir filmdi.Mutlaka iyi para kazanıyordur birileri ama keşke bu parayı daha güzel şekilde kazansalar.
 
TRT çocuk kanalında yayınlanan bir çizgi filmin filmi elbette ilgi çekiyor, kötü de olsa gidiliyor işte görüldüğü üzere.Ama sonuçta para ve zaman harcıyoruz keşke siz de bunun kıymetini bilip daha özenli, anlamlı, çocukları aptal yerine koymayan, annelerini sıkıntıdan patlatmayan bir film yapsanız.

 
Film sonrası Murat bizi aldı.Gül Abla ve kızlarla beraber yemeğe gittik.Elem'de oyun parkını gören bir masaya oturduk ve kızlar zevkle oynarken biz de sohbet etmenin tadını çıkardık.



Duru burada humus yemeye bayılıyor.Bizde nohut sadece bamyanın içinde ve humus olarak tüketiliyor.Annem hiç nohut yemeği yapmazdı diye  ben de yapmıyorum. Fotoğraflar ütüyle çekilmiş kalitede sanırım ışıktan dolayı.



Eve gidip yine erkenden yatıp uyuduk.Ben uyumayıp kitap okudum ama bunu ayrıca belirtmeye gerek yok artık sanırım:))

Pazar sabahı Sezer ve abisigille buluşacaktık ama abisigilin {nasıl bir kelimeyse bu} işi çıkınca sadece Sezerle buluştuk:) Bu kez Murat'ın ısrarla gitmek istemediği ama bizim çok merak etiğimiz Petek Pastanesi'ne gittik.Daha önce İskenderun'da da gitmiştik hatırlarsanız ve Petek Pastanesi Adana'da da açıldıktan sonra da bir kere gitmiştik. Ama pazar kahvaltısı yani açık büfe olarak ilk gidişimiz.

 
Ben çok beğendim.Murat burun kıvırdı.Kötü demedi ama Pasta Pastanesi'nin açık büfe kahvaltısı daha güzel dedi.Daha güzel değil bence her ikisi de çok başarılı.

 
Sezer bu bloğu bilmiyor{Çok gizli olduğunu söylüyorum ya size} ama blogun demirbaşlarından biri.Duru'nun çok sevdiği, kucağında oturduğu nadir kişilerden.Çok temiz, çok iyi, çok neşeli bir kız.Hayatta herkese sadece yararı dokunur.Canım o canım.
 
Neyse işte pazar kahvaltısı da Sezer'le çok güzel geçti.

 
Sonrasında eve gittik ve evden hiç çıkmadık.Koltuklarda yayılıp kitap okuduk, Duru bebekleriyle oynadı, televizyon izledik, uyukladık filan.Çok güzeldi çok:)
 
Ve artık Pazartesi'ye hazırdık!

Ankara'ya gitmiştik çooook önceden hatırladınız mı?

Ankara'ya gittiğimizi neredeyse ben bile unutmuşum.Taslaklarda kayıtlı fotoğraflar olmasa bu yazıyı yazacağım da yoktu. Sıcağı sıcağına yazmayınca sonradan neler olduğunu anlatmak çok zor oluyor.Hafıza öyle garip ki Ankara günleri daha şimdiden benim için bir pusun ardında.Üstüne Erzurum'a gittik, bir sürü şeyler yaşadık.

Dolayısıyla benim değil fotoğrafların konuşacağı bir yazı olacak:)

Duru annemlerin evini bizim evden daha çok seviyor.Evin dubleks olması Duruyu büyülüyor."Anne bizim evde de merdiven olsun, bizim evde neden merdiven yok? Mahsusçuktan merdiven varmış" şeklinde sürüp giden cümleleri var.

Sonra annemlerin evinde aynen bizim evdeki gibi boya kalemleri, kitapları, oyuncak sepeti de var.Akşam uzun bir gezmeden sonra biz televizyon izleyip sohbet ederken o bol bol boyama yaptı.En sevdiğim şey konsantre olduğunda o dudağının ucunun uzaması:





Annem el açması sayılabilecek ama ekmek hamuruna süt ve yağ katarak hazırladığı bir hamurla bize börek yaptı.Duru da kendi böreklerini yapmak için ısrar etti. Börek içinde ceviz pek iyi olmuyormuş böylece de öğrenmiş olduk:)



Duru babam ve ben:


Bol bol kitap okuduk.En güzeli de annem de babam da Duru'ya kitap okuyordu.Garip yayınevlerinin ucuz kitaplarını markette falan görünce alıyorduk işte "Tilki bilmemneyle Sansar Filanca", "Honkiyle Ponki" gibi kitaplar.Ucuz diye bir sürü almışız.O kitapları okumak beni bir sıkıyor size anlatamam.Ama almışız işte ve Duru da elinde onlardan biriyle çıkıp gelince yapacak bir şey olmuyor:



Aynı gün alışveriş merkezine gittiğimizde kendime kitap alırken Duru'ya da aldım.Cepa'nın D&R mağazasının çocuk bölümü bir harika! Ankara'da en çok kitap alıyoruz biz anne kız.Ben online alışveriş yaptığım için normal mağazalarda deneme sabırını kaybettim.Ki eskiden de alışveriş yapmayı HİÇ sevmezdim.Ama online kitap almak mağazada almakla aynı tadı vermiyor.Ha online kitap almak kesinlikle çok daha ucuz ama yine de kitaplara dokunup, arkalarını, son sayfalarını okuyup almaya bayılıyorum.Yine de hala kararlıyım Kindle tarzı bir makinayla kitap okumaya geçeceğim.

Bu aşağıda gördüğünüz kitaba ba-yıl-dım! Sevgi dolu bir kitap.

 
 
Cin Ali serisi okumayı sevmediğim nadir kitaplardandır.Annem zorla kucağında okuturdu ve pek sıkılırdım.Ben zevkle kitap okumaya ilkokul üçüncü sınıfta  Agatha Christie okuyarak başladım! Dayımın pek şahane bir kitaplığı vardı. Neyse işte bu Cin Alileri rafta görünce nedense pek bir duygulandım.Ama zamanında sevmediğim için Duru'ya da almadım.Belki ilkokula başladığında nostalji olsun diye alırım:)



Duru babasını çok özledi.Böyle mektuplar yazı.Fotoğraflayıp watsapptan Murat'a gönderdik, heyecanla cevap gelmesini bekledik filan:)



Ve Anıtkabir gezimizden bir sürü başka fotoğrafla Ankara'da bir hafta yazısı biter.




 
 




En kısa sürede görüşmek üzere!

20 Kasım 2015 Cuma

Cuma!

 
Şahane bir cuma gününden merhaba! Adana'da pırıl pırıl güneşli hafif serin bir hava var.Bu güneşli havalar yüzünden asla Adana dışında yaşayamam gibi hissediyorum zaten.Ben güneş olmadığında kendini mutsuz hissedengillerdenim çünkü.Yağmurlu havalarda içime hep kasvet basar, ağlamak isterim falan.
 
Bu hafta üç kez spor yaptım.Hasta olmama rağmen sporu bırakmadım ve kesinlikle iyileşmemi hızlandırdı.
 
Hastalık sebebiyle protein diyetine ara verdim.Ama ruhen çok rahatsızım.Sonuçta 36 bedenim ve vermem gereken son bir 4 kilo kaldı.Üstümde bunun rahatlığı var sanıyorum.Neyse ki en azından akşam yemeğine kadar karbonhidrat alımını oldukça düşük tutuyorum da bari kilo almıyorum:))
 
Cumartesi günü Duru'nun bir arkadaşının doğumgününe davet edildik.Duru ben o kızı hiç sevmiyorum diye kestirip attı mı! Ben de okul sayesinde yaşıt çocuğu olan annelerle tanışırım diye umut içindeydim halbuki. Biraz ikna etmeye çalıştım ama kesin kararlı sadece  "doğumgünü pastası çikolatalı olabilir mi?" şeklinde bir tereddüt anı yaşadı ama sonra yine o tatlı burnunu havaya dikip kesinlikle gitmeyeceğini ve o kızın da kendi doğumgününe gelmesini istemediğini söyledi.
 
Duru'nun çok kesin çizgileri var ve insanların %90ını sevmiyor.Bense 35 yaşında insanların %90ını seviyorum ki eminim ben beş yaşındayken bu rakam %100lerdeydi.Tabi hayat tecrübelerimle biliyorum ki insanların %90ı tehlikeli olabilir ve sevilmeye layık oldukları da tartışılır.Ama bu sevme işi elimde değil.İnsanları kötü yönlerine rağmen seviyorum, üzmemeye çalışıyorum. Duru ise çok net.Sevmiyorsa yüzüne de bakmıyor:))
 
Sonuçta cumartesi günü "Pırdino" filmine gitmeye karar verdik.Ühü.Ben "Alaycı Kuş" a gitmek istiyorum ama.Tam bir hayaller Alaycı Kuş gerçekler Pırdino  durumu oldu:)) Gül Abla "sen kızlarla filme gir ben alışveriş yapayım" dedi neyse bari tek kişi eziyet çeksin diye bu teklifi kabul ettim.Önümüzdeki hafta içi bir gün de bir şekilde Alaycı Kuş'a gitmenin bir yolunu bulurum artık.
 
Dün olağanüstü bir durum sebebiyle Duru'yu okuldan ben aldım, eve geldim.Evi toparla, yemek yap , kitap oku, Duru'yu yıka, banyo yap, evi toparla, yat , kitap oku falan derken sabah yine çok yorgun uyandım.Bu ara her konuda uykumdan fedakarlık yapıyorum.Haftasonu sıkı bir uyku depolama zamanı ayarlamak istiyorum ama elimde belki on tane "çok iyi" kitap var.
 
Gerçekten her kitaba bitse de hemen diğerine geçebilsem diye bakıyorum. Aslında kütüphanemde belki böyle elli kitap var.Hayatımda en büyük eksiklik bir kütüphane.Benim yaşadığım evde bir kütüphane odası kesinlikle "lüks" değil, ihtiyaç.Okuyup sakladığım kitaplar artık eve sığmıyor.Saklamaya değmeyeceğini düşünüp verdiğim belki yüzlerce kitap var ama ev yine de kitap kaosuna döndü.Yani sırf yatağımın başucunda ilk sırada okunacak en az onbeş kitap var.
 
Kocam e-kitap okumamı önerdi.Haklı.Bu konuda araştırmalara başladım çünkü zaten düzen hastasıyım bir de kendi oluşturduğum bu yığılma beni çok yoruyor.Bir de bu yığılma hayatta en değer verdiğim şeyler olunca kaos kaçınılmaz.Bana e- kitap okumam için önerebileceğiniz cihazlar neler olur sayın okur?
 
Cuma yazısında sevdiğim linkleri vermesem olmaz elbette.Bu hafta sadece bir link vereceğim:
 
Türkiyede yaşanmış 15 acayip olay.Ben size belki yüz tane sayabilirim neyse,
 
Herkese iyi haftasonları diliyorum.Sevgi dolu, sağlıklı ve sevdiklerinizle geçirebileceğiniz upuzun iki gün! Yuppi:)
 
 
 
 
 
 


18 Kasım 2015 Çarşamba

Hasta


Çok hastayım sayın okur.Erzurum'a gidip geldik, anneannem de çok iyi çok şükür.Harika yemekler yedim, ailemle zaman geçirdim ama iki aktarma ile git iki aktarma ile gel ve bir de hava değişimi falan beni biraz zayıf düşürdü sanırım.

Dün gece çok erken yattım ve bunun iyileşmem için yeterli olacağını umdum ama ne yazık ki hala pek hastayım.Halsizim, yorgunum ve başım ağrıyor.

Bu arada yazın gittiğimiz ve çok sevdiğimiz Paris de yapılan saldırıya çok üzüldüm.İnsanların ölüyor olması hele de böyle vahşice beni çok üzüyor.Bu konuda bakış açısı değiştirici, kafa karıştırıcı bir sürü yazı okudum.

Görmemizi istenenin çok dışında herşeyin yine PARA ile alakalı olabileceğine dair bir sürü fikir bana çok anlamlı geldi.İslam, müslümanların birleşmesi yok işte şeriatla yönetilen devlet hepsi hikaye olan dünya kaynaklarının adil bölüşülememesi, olan herkesin yiyebileceğinden çok parayı istiflemeye çalışması.İstif çabaları da ölümler, kavgalar, intikamlar, suikastlar, birden türeyen terör örgütleri olarak görünüyor bize. .Bu yazı ve bu yazı mutlaka okunmalı.

Ankara'da da aynı örgüt yine yüzlerce insan öldürmüştü.Ve bu yüzlerce insan bizim ülkemizdendi ama bakıyorum insanlar Paris de ölenlere daha çok üzülüyor.Bizim ülkemizde ölenler o partili, bu partili, oh orada ne işleri vardı diye yargılanmıştı.Ölümlerine üzülmeyenler vardı:(

Seçim sonrası bir yorumcu şöyle bir yorum yapmıştı ve ben çok etkilenmiştim "AKP seçmeni  Arap ülkelerindeki müslümanları mesela kendi mahallesindeki Ermenilerden daha çok seviyor, HDP seçmeni kendi ülkesindeki Türktense kendini Suriyedeki Kürde yakın hissediyor ya da mesela bir MHPli Suriyedeki Türkmeni kendi doğu illerindeki Kürtten daha çok seviyor" mealinde bir yorumdu.Tüylerim diken diken oldu.O kadar yerinde bir tespit ki :( O kadar üzücü ki :(

Nobel alıyor bir Türk hemen köken araştırması başlıyor ya da milli maçta  saygı duruşunda bile duramayanlar olabiliyor.Eskiden yoktu böyle sorular, saygısızlıklar.

Biz bilmezdik kim Kürt kim Alevi kim Ermeni. Ne önemi var ki? Arkadaşını, komşunu dinine , ırkına göre mi seversin? En çok yardımıma koşanı, en anlaşabildiğimi, en iyi insanı, en dürüstü, en eğlenceliyi, sohbeti bal gibi olanı tercih ederim ben.

Açıkça söyleyeyim ben bu sınırlar içinde yaşayan herhangi birini mesela bir Avustralyalı'dan daha çok seviyorum.Siz de öyle yapın.Herhangi bir dini ya da ırki benzerlik sizi bu ülke topraklarındaki herhangi birinden daha çok yakınlaştırmaz kimseye. Aynı şeylere gülüyor aynı yemeklere bayılıyoruz. Hiç bir şey aynı ülkede büyümüş olmak kadar, kendini bu topraklara ait hissetmek kadar yakın hissettiremez, hissettirmemeli.

Ay ben bu konuda çok dertliyim.O kadar basit ki mutlu olmak , o kadar zenginiz ki ve dünya da gerçekten hepimize yeter ki.Ama yine de sadece mutlu olamıyoruz bir türlü:( Savşmayı bırakıp hastalıklara çare arayabilsek keşke.Şu hayatta gerçek tek dert sağlık olabilir çünkü.

Çok istediğim merakla beklediğim iki kitap okudum.Her ikisi de devam kitabıydı ve her ikisi de en az ilk kitaplar kadar iyiydi.Çok yakında yeni bir kitap yazısı geliyor.

Oturma odasına koltuk siparişi verdik.20 ya da 25 gün içinde hazır olacaklar.Ben de bu sürede düzenleme işlerini halledeceğim inşallah.Hedefim bu haftaydı ama başım çok ağrıyor ve çok da halsizim. İşi büyüteceğim içinde haftaya kalmasının iyi olacağını düşündüm.

İşte böyle.Sizde durumlar nedir? Neler yapıyorsunuz? Bu aralar kafanıza takıp üzüldüğünüz neler var? Ya da sizi çoook mutlu eden bir şeyler oldu mu bu yakınlarda?






11 Kasım 2015 Çarşamba

Çarşamba söylenmesi

 
 

Söylenip duruyorum madem bloga da yazayım dedim. Duru'ya harika bir okul bulmuştum. Okulda gelecek sene için istediğim öğretmeni de seçmiştim hatta birinci sınıfta Duru'ya denk gelen iki harika öğretmenden hangisini seçsem diye düşünüyordum. Derken okul satıldı:( Hem de benim hiç bir şekilde kızımın muhatap olmasını istemediğim görüşte insanlara. Ühü.

Gene okul işinde başa döndük mü?

Ama korkmayın bu konuda uzun uzun yazmayacağım;) Her düşüncemi, ihtimali yazmaya kalksam zaten bir otuz kırk sayfa olur sanırım. Sabah saat beşte uyanıp tavana izlemeye başladım yine:)

10 Kasım'da babası Duru'yu okula bırakırken her zamanki şarkılarını {Barış Manço bugün bayram} çalıyorlarmış.Sonra Duru "bugün 10 Kasım, Atatrük öldü, lütfen müziği kapat" diye duruma müdahale etmiş. Gel de bu okul satıldı diye üzülme.

Bu akşam eve gidip valizin kendime ait kısmını hazırlayacağım.Dün Duru'nun kıyafetlerini yerleştirdim. Eşyalar neredeyse hazır ama Adana'dan Erzurum'a yapılacak bir yolculuğa ruhen asla hazır olamazsanız. Adana'da insan soğuk ne demek unutuyor.

Duru da şimdi "palto giymem" diye tutturdu. Sırf soğuğa inince yüzündeki o ifadeyi görmek için zorlamamayı düşünüyorum:)) Giymem ısrarını devam ettirirse "peki" diyeceğim.Sonra uçaktan inince hehehehe .O bana "anne nolur paltomu giydir" desin diye bekleyeceğim.Paltosunu da akşamdan hazırladım , eldivenlerini ceplerine , beresini ve atkısını da kolların içine yerleştirdim.Bir dakika üşümekten bir şey olmaz ama "anne sözünün kıymetini" anlaması önemli.

Kurucunun Kızı kitabının devamı çıkmış.Çok yana yana okumak istiyordum öyle ki internetten sipariş etmeyi dahi bekleyemedim.Dün akşam eve farklı bir yoldan gelip kitapçıdan alayım istedim.Kitapçıyı geçmişim:) Eve gelip Murat'ı aradım artık.Sağolsun o da evde okunmamış bir milyon kitap var demedi kitabımı alıp geldi.Dün okumaya başladım, çok heyecanlı.

Yana yana beklediğim bir diğer kitap da bu. Çıktığında Erzurum'da olacağım için biraz gecikmeli elime geçecek ama o kadar bekledikten sonra birazcık daha bekleyeceğim artık.

Oturma odasındaki koltukları değiştirmeye karar verdik.Çok gönlümüze göre bir takım da bulduk.Rengini de seçtik.Murat bugün gidip sipariş verecekti.Bir ay içinde teslim edeceklerini söylüyorlar.

Ama bu koltukların altında sandık yok.Şu andaki koltukların alt kısmındaki ıvır zıvırların elden geçmesi gerekiyor. Yatak odasındaki dolabın üstü ve yatağın altındaki bazayı da elden geçireceğim ve gereksiz herrrr şeyi dağıtacağım.

Murat olmasa ben evin yarısını vereceğim aslında bakmayın. "Aman o lazım olur, o bilmem neyin kutusu, a o atılır mı deli misin?" diye diye evde bir takım dolapları resmen kapatmış durumda adam.Ama artık cidden bıktım.Yıllarca hiç ellemediğin şeyler kullanmadığın şeylerdir.Lazım olsa şu on yılda lazım olurdu di mi ama? Anlayacağınız ufukta sıkı bir kavga ve uzun bir tertip yazısı var:)

Fotoğraf tüm konuyla alakasız sadece kendimi ve Gül Ablayı beğendiğim için blogda olsun istedim ;)















10 Kasım 2015 Salı

Atatürk





Anıtkabir'e hiç gitmemiştim.Bu Ankara'ya gidişimde annemlerle mutlaka gitmemiz gerek diye karar almıştık.

29 Ekim çok kalabalık olur diye 30 Ekim'de gitmeye karar verdik.İlk gidişimizde Duru daha sakin bir şekilde incelesin, anlasın istiyordum.Gerçekten de nispeten sakindi.

İçeride görevli askerler gerçekten şahane.Halleri, tavırları, resmi kibarlıkları, kendilerine güvenleri insanı çok etkiliyor.

Atatürk'ün kütüphanesi çok iyi düzenlenmiş.Felsefe, edebiyat, din, dil gibi başlıklar altında toplanmış ve kayıt altına alınmış.Bilgisayar ekranından tümünü inceleyebiliyorsunuz.Geç gittiğimiz için bu kısımlara sadece göz atabildim.Uzun uzun incelemek gerektiğini düşünüyorum.

Kapısının önünde 24 saat nöbet tutan askerler var.Bu gerçekten çok etkileyici.O askerlerin nbet teslim törenine denk geldik.Ağlamamak için kendimi zor tuttum.Anıtkabir kapanıp ziyaretçiler dışarı çıkarıldığında dahi nöbetçiler Atamızı beklemeye devam ediyordu.

 
Mozolenin başında gözyaşlarımı tutamadım.Ama açık ağlamaktan çok utandığım için kimselere çaktırmadan dışarı çıkmayı başardım.Ruhuna bir Fatiha okudum. Allah mekanının cennet kılsın dedim.İnsanın söylemek istediği milyonlarca şey olan bir kişinin artık hayatta olmaması çok kötü.
 



İsmet İnönü de silah arkadaşıyla karşı karşıya yatıyor.Dedemin bizzat tanıyıp arkadaş olduğu ve çok sevdiği İsmet İnönü'ye de bir Fatiha okuduk elbette.

 
 
İçerde Çanakkale savaşlarının belgesel  izleyebileceğimiz küçük bir sinema salonu bulduk.Orada Atatürk'ün beni her zaman etkileyen şu sözlerini tekrar duymak tüylerimi diken diken etti.
 
"Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar, burada dost bir vatanın bağrında bulunuyorsunuz. Huzur ve barış içinde uyuyun. Sizler mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır."
 
Ülkemizde ne işleri vardı demiyor, öldüler iyi oldu demiyor, bu iş böyle ne yapalım demiyor.O kadar insancıl ki.O kadar lider ki.O kadar haklı ki.O kadar iyi ki.
 
"Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getiren milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar"
 

 

8 Kasım 2015 Pazar

Pazartesi:

 
Kocaman bir haftasonu göz açıp kapayana kadar bitti! "Saat kaç?" karmaşası bittiği için çok mutluyum:)
 
Perşembe ve cuma aniden gelişen olaylar sebebiyle bir seyahat planladım.Sağlık problemleri sebebiyle gidiyorum ama ailemin yanına gidiyorum, kardeşim de orada olacak ve problemler de daha iyiye gittiği için bu haberi mutlu haberler kategorisinde yayınlıyorum:)
 
 

5 Kasım 2015 Perşembe

Duruca


Duru okulla ilgili çok ketum.Neler yaptıklarını hiç anlatmıyor.Tanışma kahvaltısında arkadaşım kendi kızı için "artık biraz sussa diyorum" dediğinde ben de "keşke biraz anlatsa diyorum" dedim.

Ama çok arada sırada "filler çapraz gider ve vezir her yöne" gibi bir şarkı ya da "cumhuriyet demek özgürlük demek" gibi bir marş duyuyorum oyuna dalmışken.Bazen de koridorda karşılaştığımızda "How are you , fine thanks and you" falan diyor:)

Geçen gün de dönüp "Good Mornis" dedi.Evet mornis! Okuma yazma bilmedikleri için dili duyarak öğreniyorlar ve işte Duru da yanlış duymuş.Hemen düzelteyim dedim {zaten huyum kurusun hatalı bir şeyi şarkı bile olsa düzeltmesem ölürüm} :

-Hayır kızım good morning olacak o.

Gözlerini dikti , ağzını bükerek baktı ve :

-Good mornis diye yineledi.

-Hayır kızım morning diye ısrar ettiğimde ise :

-Ben okula gidiyorum! diye carladı:)) Ay fare sanki gittiği de okul olsa. 5 yaş anaokulu be! Sanki ben hiç okula gitmedim.Yine de öyle carlayınca bir kalakaldım.

Öğretmenine mesaj atıp durumu okulda düzeltmelerini rica ettim.Artık good morning diyor ama bir kez de dönüp ben hatalıymışım anne sen haklıymışsın demedi:))))


4 Kasım 2015 Çarşamba

Havadan sudan:



 
*İşimde bazen haftalarca iş arkadaşlarım dışında insan görmüyorum.Bazen de son günlerde olduğu gibi günde on farklı insanla görüşüyorum.Her insan ayrı bir hikaye.
 
Hayatın insanı getirdiği noktada arkadaşları, komşuları dışında pek fazla insan görmez oluyor.Gördüğü insanlar da kendi seçtiği ve kendine benzer insanlar oluyor genelde.Seçim sonuçlarına şaşırmalar falan hep bundan:)
 
Oysa birbirine benzemeyen, yaşam standartları arasında uçurumlar olan insanlar ülkesiyiz biz.Ülkenin doğusunun batısından , kuzeyinin güneyinden, zengininin fakirinden, eğitimlisinin eğitimsizinden haberi yok. Herkes herkesi kendi gibi rahat, müreffeh, zengin sanıyor. Sokağa çıkıp vurulmadan eve dönmenin ne demek olduğunu bilmiyor.Fizik kimya nedir bilmeyen, hayatında okula sadece üç yıl gidebilmiş gencecik insanların olduğunu görmezden geliyor.Beş kişilik bir ailenin aylık gelirinin sıfır lira olabileceğini düşünemiyor bile.
 
Biz Erzurum'a asla otobüsle gitmedik mesela. Çünkü yollarda otobüs durdurulur insanlar indirilir özellikle öğretmen ve doktorlar öldürülürdü.{O şimdilerin cici PK.K'sı, I.ŞID'a karşı savaşan(!) kahraman(!) örgüt budur işte.}
 
Bir amca ile konuştuk dün.Ona sorduğum sorulardan biri eğitim durumuydu."Okumadık kızım biz. Bize okul haram demişlerdi.Biliyorsun Doğu'da ağalık sistemi var, işçilerin çocukları okumasın , cahil kalsın istedikleri için okutmuyorlardı" dedi.O kadar etkilendim ki bu gerçeğin farkında olmasından.Daha da etkileyici olan zamanında haram diye okula dahi gönderilmeyen amcanın kızının {hem de kızının} doktor olmuş olması tabi.Yaşasın değil mi hala umut var :)
 
*Elvin Levinler instagramda takip ettiğim ünlü bir oyuncu.Oyuncuymuş aslında çünkü herhangi bir dizisini/filmini izlemedim.Eski bir ekran bağımlısı olarak  yaklaşık üç yıldır tvden çok uzağım.Ama bu kızın rengarenk fotoğrafları , bitmeyen enerjisi , neşesi, spor tutkusu çok hoşuma gidiyordu.Ünlü olduğu için değil hayatını sevdiğim, fotoğraflarını beğendiğim için takip ediyordum.
 
Sonra şu yazıyı okudum ve şok oldum.Katılıp sonunda sayfa sayfa fotoğraf yayınladığı koşuda meğer sahtekarlık yapmış.Parkurun bir bölümünü arabayla gitmiş ve sonra finiş çizgisinden geçmiş ve parkuru tamamladım diyerek madalya almış.Üstelik bu durum anlaşılıp , instagramda yorumlar gelmeye başlayınca yorumları silip insanları engelllemeye başlamış.Ama tabi sonra Hürriyet gazetesi yazarı Yonca Tokbaş konuyla ilgili linkini verdiğim yazıyı yayınlayınca durum net bir şekilde herkes tarafından duyulmuş.
 
Kızımız ulusal bir gazetede yazılan bu haberden sonra, bu haberi de silemeyeceği, yazanı engelleyemeyeceği için hemen instagram hesabında Kapadokyadaki balonlar fotoğrafının altında açıklama yaptı. 
 
 Başka insanların hayatı ile ilgili ahkam kesmeyi sevmiyorum aslında.Çünkü belki ben de aynı durumda olsam aynı şeyi yapacaktım.Bazen hiç yapmam dediğiniz şeyleri yapıveriyorsunuz çünkü.Şartlar, çevrenizdeki insanlar, basiretinizin bağlanması vs neler oluyor.
 
Ama bu durum bana şunu düşündürttü.Bu ülkede ünlü ünsüz, zengin fakir, eğitimli, eğitimsiz ayırımı yapamadan bir "çalışmadan başarma" gayreti var.Hepimizin {ben dahil} hedefi en az emekle en büyük başarıyı elde etmek.Az çalışılıp çok para kazandıran işler peşindeyiz.Ve emek vermeden kazandığımız başarı için gururlanmaktan da utanmıyoruz!
 
Bir kaç gün önce  tanıştığım bir hanım, öğretmendi.Devlet okulundayım ama özel okula geçmeyi düşünüyorum dedi.A dediler bu sene bizim okul öğretmen alıyor.Yok dedi hemen geçemem.Neden diye sorulduğunda ortamda öğretmen olmayan tek kişi olan bana doğru baktı rahatsız bir şekilde ve "devlet okulunda çok rahatım, özel okulda yorulurum" dedi. O kadar üzüldüm ki.
 
Şimdi bu kadına sorsak memleketteki hırsızdan, uğursuzdan herkes kadar şikayet edecek.Kınayacak, ayıplayacak ama kendi yaptığı hiç de farklı değil bence.Kendisine emanet edilen o gencecik zihinler için  "yorulmuyor" olmayı utanmadan söyleyebiliyor!
 
Kendi yağında kavrulan bir ülke olamıyorsak bize dayatılan bu öğretiler yüzünden. Çocuklarımıza başarıyı çalışarak hak etmeleri gerektiğini, sınavda başarmak için öğrenmek gerektiğini, hak yememek gerektiğini öğretmeliyiz. Hile yaparak elde edilen başarıyı küçümsemeliyiz ya da çalıp çırparak kazanılmış parayı kınamalıyız.
 
Bir şeyler değişsin istiyorsak önce bir kendimizi değiştirmeliyiz.Bize dayatılan bu tüketim sistemine karşı koymalıyız.
 
Şimdi insanda değer verilen şey cep telefonunun, arabanın ya da çantanın markası.İnterneti kullanamadığı için kapatıp akıllı telefon kullanan bir tanıdığım var.Sadece kadın gününde elinde o telefon olsun diye ıphone aldı kadın ya.
 
Balmain markasının H&M ile işbirliği sonucu ürün tanıtımı için bloggerlar ve bazı ünlülere davet verilmiş.Kapılar açıldığında içeri böyle giriyorlar. Böyle birbirini eze eze , insana yakışmayan bir biçimde girmeye hangi ayakkabı, hangi çanta, hangi gömlek değer? Yakışıyor mu? Almasan ne olur?  
Ben değişmeye kararlıyım.Kendi değer yargılarımla ilgili artık sessiz kalmayacağım.
 
Kaliteye önem ver ama gösteriş yapmak ayıptır, pahalı bir eşya ile hava atmak görgüsüzlüktür.İhtiyacın olmayanı sırf marka diye almamalısın.Alabileceğin en kaliteliyi al elbette.İpek bir bluz, el dokuma bir halı, ince porselen elbette kıymetli ama bunu sağlığın için, kendin için al.Başkalarına göstermek için değil.
 
Ve son olarak genç bir kız olacak evladıma giyimle ilgili söylemek istediğim  her şey işte burada.
 
Daha çok yazmak istiyorum aslında ama okuyana da yazık:) Başka bir gün başka bir yazıda inşallah.
 
 
 
 
 
 
 
 


3 Kasım 2015 Salı

Döndük



Ankara'da döndük.Valizimizi boşalttım, aldıklarımı yerine yerleştirdim, hatta bu arada bir kitap bile  bitirdim.Yarın da burada yokken neler oldu anlatmaya başlamayı umuyorum.

Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..