29 Eylül 2015 Salı

Duru beslenmesi: Okul sonrası


Duru'nun beslenmesinin benim annelik maceramın en önemli kısmını oluşturduğunu biliyorsunuz.Bir çocuğa sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırmak hayatı boyunca sağlıklı kalması, diyet zayıflama ya da kilo almaya çalışma gibi dertleri olmaması için önemli.Ne yersek oyuz.

Duru okula başladı.Köklü bir okul, kurucuları öğretmen ve hatta benim de öğretmenlerimdi.Özel okul ama devlet okulu mantığında yönetiliyor.Çocuklar şımartılmıyor, siz çok özelsiniz, biz çok zenginiz gibi bir hava yok okulda.Güvenilir, eve yakın ve akademik anlamda başarılı bir okul da olduğu için tercih ettim.

Ama gel gör ki yemek listesi bir felaket:

28-09-2015 Fırın Tavuk-Cips (450) Nohutlu Pirinç Pilavı (324) Cacık (77) Halka Tatlı (442) Simit, ayran (205)
29-09-2015 Abant Köfte (558) Peynirli Makarna (407) Yoğurt (124) Soslu kek, M.suyu (210)
30-09-2015 Kağıt Kebabı (375) Şeh.Pirinç Pilavı (324) Cacık (77) Poaça, ayran (212)

Halka tatlı, soslu kek, kutu meyve suyu, tavuk benim Duru'ya hiç yedirmediğim şeyler.Bizim evde tüm çorbalar kemik suyuna ,pilavlar bol tereyağlı ve yine et, organik tavuk ya da kemik suyuna yapılır.Tavuklar ve yumurtalar organiktir. Acem pilavı hariç pirinç pilavı pişmez.

Yemek yemeleri için inanın bir yarım saatleri yok.Patır patır indirip geri çıkarıyorlar.Üstelik yemek lezzetinden de emin değilim.Kızım pilavı yedin mi diyorum "kum gibiydi yemedim" diyor :)

İlk başlarda okuldan geldiğinde atıştırmalık bir şeyler yemesini düşünmüştüm.Ev yapımı granola, şekersiz kek, yoğurt, meyve gibi.Ama baktık çocuk eve bayağı bayağı aç geliyor.Ki buna hiç üzülmedim.Kötü şeyler yiyeceğine hiç yemesinin tercih ederim.

Ben de haftada iki gün çorba yazdım listeye.Okuldan gelince (15:30 dan sonra) tarhana çorbası veya mercimek çorbası içiyor bir kase.Bazı gün çorba yerine  cacık, tam buğday unlu ekmek üzeri peynirli yumurta ya da bir tane içli köfte, az  yaprak sarma gibi seçenekler yazdım.Yemeğini yedikten sonra banyo yapıyor ve ben gelene kadar meyve ya da ev yapımı dondurma gibi şeyler yiyor.

Sabahları da bir minik bıldırcın yumurtası haşlıyorum. Kahvaltıda az yese bile en azından  yumurtasını yemiş oluyor. Minicik bir yumurta olduğu için de tek lokmada yutuluyor ve oyalanmadan evden çıkıveriyoruz.




Tüm bu yediklerine rağmen akşam saat 18:00de anne acıktım diyor ve yemeğini koyuyorum.Bunu da okulda doğru düzgün bir şey yememesine bağlıyorum.

Normalde biz 19:00da yemek yiyoruz ama Duru babasını bekleyemeyecek kadar aç oluyor.Yine de akşam bizimle de sofraya oturuyor.Normalde tek çeşit yemek yazıyordum akşama şimdi yemeğin yanına mutlaka pilav da yazıyorum.Akşam bizimle oturduğunda bazen azıcık pilav daha yiyor.

Okulda yemeklerini hergün kontrol ediyorum ve yemesini istemediğim şeyleri söylüyorum.Kutu meyve suyunu içme, tavuk yeme, köftelerinin hepsini bitir gibi.Geneline uyuyor zaten alışık olmadığı besinler olduğu için.Ama bir süre sonra tüm diğer çocuklardan etkilenip yemesinden korkuyorum.

Bir de tüm diğer çocuklara da üzülüyorum.Hepsi bizim geleceğimiz.İlerde yaşlandığımızda bize bakacak doktorlar, torunlarımızın öğretmenleri onlar.Neden en güzel şekilde beslenmesinler ki?

Görüştüğüm bir anaokulunda çocuklara kutu meyve suyu yerine pekmezi sulandırıp veriyorlardı.Çok mu zor bunu yapmak? Ya da mesela hazır kek yerine kendi mutfaklarında şekersiz bir kek pişirip vermek imkansız mı? Organik tavuk sanırım biraz ütopik bir beklenti olur:)

Yeni düzenden şimdilik memnunum.İçim bir nebze daha rahat.Okula konuyla ilgili bir mail atmayı da düşünüyorum.Bakalım.

Sizin çocuklar okulda neler yiyor? Bana önerebileceğiniz harika fikirleriniz var mı?




Son dönem kitapları: Ankara'da okuduklarım



Ankara'da kaldığım bir haftada okuduğum kitaplar bunlar.Geceleri epey uykusuz kaldım ama genelde beğendiğim kitaplar olduğu için uykusuzluğa değdi diyebilirim:)

Sen gittiğinden beri: Genç bir kız var ve ondan delice nefret eden bir eski en iyi arkadaşı.Yıllar önce yanyana evlerde büyümüşler ve en yakın arkadaşlarmış sonra çocuk bir yaz tatilinde babasının yanına gitmiş ve geri döndüğünde kızdan nefret ediyormuş.Lise hayatını cehenneme çevirecek kadar derin bir nefret.

{Birbirlerine aşıklar aslında.Çocuk o yaz babasından şiddet görmüş.Geri döndüğünde kızın ailesile olan ilişkisini kıskanmış ve haksızlık yaptığını bilmesine rağmen kıza diş bilemeye başlamış.Ama içten içe kıza aşık ve bu yüzden de başka erkekler onunla ilgilenmesin diye kızın hakkında saçma dedikodular çıkarmış.Sonuçta her şey tatlıya bağlandı, büyük aşk vs.Ben mutlu oldum okurken:) }

Darmadağınık: Yazarın ilk kitabının devamı.Yanlış anlaşılmaları aşmış ve birlikte çok mutlular ama Drew yine bir şeyleri yanlış anlıyor ve ortalık yine karışıyor.Sonu yine mutlu bitti! Yaşasın.

{Kız hamile ve emin olmadan söylemek istemiyor, gizlice randevu alıp doktoruna gidiyor adam bu gizlilik sebebiyle bir erkekle buluşacağını düşünüyor.Takip edip doktorunun kocasıyla -kızın eski ev arkadaşı- samimi sarılmalarını yanlış anlıyor.İntikam için eve striptizci çağırıp kızı evden kovuyor.Ve bu karmaşa bir şekilde toparlanıyor}

Çarpışma: Emily ve Gavin'in hikayesi.Kızın sevgi dolu bir erkek arkadaşı var zaten ama Gavin'den de etkileniyor.Gavin ise çok yakışıklı, çok zengin , çok çok olan adam ve yine bir aşk kitapları klasiği olarak milyonlarca kadın arasından hiç sebepsiz bu kıza delice aşık oluyor.Sonra olaylar gelişiyor.

{Çok iyi olan erkek arkadaşın o kadar da iyi olmadığı hatta kötü olduğu anlaşılıyor.Kızı aldatıyormuş hatta bir yerde kıza vurdu.Ne saçma.Yani güzelim çocuğu aradan çekilsin diye harcamış yazar:P .Neyse yine de aşk hikayesi severiz.Beğendim.}

Siyah Buz: İşte bu kitap efsane! Hemen ertesinde yazarın başka kitapları var mı diye araştırıp bir seriye denk geldim ve hepsini okudum.

{ Bir seri katil var.Ve bir de dağlarda gezmek isteyen , eski erkek arkadaşına aşık bir kız.Kış tatili için eski erkek arkadaşının ve aynı zamanda en iyi kız arkadaşının da ailesinin kar evine gitmeye karar veriyorlar ama kar yağıyor, yollar kapanıyor.Kız iki adam tarafından esir alınıyor.İşler karışıyor.Sonu sürpriz ve mutlu bitiyor.Çok sevdim}

27 Eylül 2015 Pazar

Benim evim benim kardeşim


Üniversiteyi kazandığımda annem hiç sevinmedi.Hatta teyzemin oğlu beni tebrik etmek için geldiğinde annemi gördü ve "Gerçekten kazandın değil mi?" diye sordu.Puan hesaplamasına göre Hacettepe Eczacılık bekliyordum ama İstanbul Eczacılık gelince kendini Ankara'ya gideceğim fikrine alıştırmış olan annem çok üzülmüştü.

Oysa benim annem ve babam da İstanbul Üniversitesi mezunu:) Kendisi 1970lerde ta Erzurumdan kalkıp İstanbul'a okumaya gitmiş 1997 yılında ben Adana'dan İstanbul'a gideceğim diye karalar bağlıyor.Annem asla adil bir insan olmamıştır:)

Kalktık İstanbul'a gittik.Yurtta kalacağım ve Ankara'da enfes özel yurtlar var İstanbulda daha güzelleri vardır diye başladık dolaşmaya.Bir yurda gittik içerde sidik kokusundan gözünüz yaşarıyor, kadın bizi minicik bir odaya götürdü , "odadaki diğer kız öğrencimiz tiyatrocu, çok sosyal bir öğrenci" dediği an babamın gözü döndü hemen yurttan çıktık:))

Bu sefer bizimkiler bir ev almaya karar verdi.Adanadaki bir evimizi satacağız, üstüne biraz kredi çekeceğiz.Beni ilk dönem için bir uygulama oteline yerleştirdiler.Otelcilik meslek liseleri için kurulmuş oteller bunlar.Çalışanlar öğrenci ve normal otellere nispeten oldukça ucuz.O otelde yaşadıklarımda bir başka yazı konusu olsun.

Annemler ben okuldayken başladılar ev aramaya.Geze geze harika bir ev buldular.70 m2 , okula yakın ve paramızın yeteceği bir ev:)Evi yaptırdık, içine çamaşır makinasından tkoltuğa, tabaktan fırına bir sürü eşya aldık.Annem bir ay kadar benimle kaldı ve sonra gitti.O güne kadar salatalık soymamışım neredeyse, çok da beceriksizim annem giderken "evde yemek yapma, dışarda ye" dedi.Hehe.

Zamanla yemek yapmaya başladım, elektrik su faturalarını otomatik ödemeye bağladım, evi falan da temziliyorum her şey yoluna girdi.Bak hatta bir gün evdeki bir halı beni rahatsız etti dur şunu bir sileyim dedim.Dört yıl boyunca ilk, son ve tek halı silmem.Neyse tam halıyı siliyorum kapı çaldı, açtım ki bir akrabamız:)) Tabi aile içinde namım aldı yürüdü."Kız hem dört yılda okulu bitirdi hem halılarını filan bile ihmal etmedi" :))

O evde ben dört sene okudum.Sonra aileden İstanbul'a her giden o evde kaldı.Aradan geçen on yılda evle herkes kısa süreli ilgilendi.Ben gittiğimde perdeleri yıkadım, halıları sildim:P , toz aldım filan.Ama hep yüzeyden.

Bu sene kardeşim anestezi uzmanlığı eğitimi için İstanbul'da bir yer kazanınca annemler kalkıp İstanbul'a gitti.2 ay kadar kaldılar.Eve doğalgaz döşendi.Parkeler, seramikler değişti, duvarlar boyandı, halılar yıkamaya gönderildi, koltuk yüzleri değişti, balkona banyoya dolaplar yaptırıldı.Ev gıcır gıcır oldu:)

Bu bayramda da kardeşim anneannemin yanına Erzurum'a gideceğini söyleyince biz de kalkıp İstanbul'a gitmeye karar verdik.Her zaman gidebilir ama o evdeyken ailece çocuğun başına toplanıp rahatsız etmekten hoşlanmıyorum.Geçen yıllara nispeten tertemiz ve bakımlı bir ev bizi bekliyordu:) Yuppi!

Evi süpürdüm, sildim, yatakları değiştirdim, çarşafları yıkayıp ütüledim, kardeşimin üç beş parça kıyafetini yıkadım, düzenledim, camları sildim.Ve tüm bunları bir kaç saat içinde hallettim.Yaşasın küçük evler:) Hem biz harika bir tatil yapmış olduk hem kardeşimin evini biraz düzenlediğim için annem çok mutlu oldu.

Ev bize verdiğimiz parayı fazlasıyla ödedi.Hem Adanadaki bir evden çok daha fazla prim yaptı, hem ben orada okudum, hem yıllarca gidip kaldık,hem şimdi Fatih beş sene orada yaşayacak.Şimdi herkes "Duru'da burada okur artık" esprisi yapıyor:P

Kardeşim bu dünyada hem en iyi anlaştığım hem en çok kavga ettiğim insanlardandır.Üniversiteyi kazanıp gittiğimde annemler evden her çıktığında beni ararmış.Saatlerce konuşurdu da ben şüphelenmezdim, telefon faturası gelince annemler anlamış:) Sonra tatilde gittiğimin üçüncü günü kavga başlardı:)

Esprilerime en çok Fatih güler,onun  yaptığı her hareketin arkasındaki anlamı en iyi ben anlarım, o benim saçmalıklarıma katlanır ben onun kabalıklarına:P Tanıdığım en iyi dayılardan biri oldu ve onu her geçen yılda daha çok seviyorum.

Aile olmak bir insanı her şeyiyle kabul etmek sanırım.Yani biz aile olmasak Fatihle birbirimize muhtemelen kıl olurduk ve görüşmezdik ama aile olunca kıl olduğumuz kadar çok seviyoruz da:))

İstanbul gezisinin ayrıntıları bir sonraki yazıya kalsın.Yarın iş var ve Duru'nun okulu da ilk kez 15:30'a kadar sürecek.Yeni maceralara hazır mıyız? :)



22 Eylül 2015 Salı

Yazdan kalan..


En sevdiğim mevsim yaz.En sevdiğim yer suyun için.Aslında bir balık olmalıymışım da insan olmuşum gibi:) Bu yaz uzun bir havuz, deniz tatili yapmadık.Ama bir kaç kez Mersin'e haftasonu için gidip otellerde kaldık.Her seferinde çok mutlu oldum.

Çok lüks peşinde koşan biri değilim.Lüks seven evimizin aslan burcu Murattır.Ben temiz olsun yeterciyim.Havuz var,deniz var, güneş var, e temiz de daha ne olsun.Bir de şu aşağıdaki bızdık da tıpkı anası gibi suyun içinde o kadar çok eğlendi ki ve o kadar mutlu ki. Havuz başında otelin ikramı kısırını yerken:



Kolluklarıyla harika yüzüyor:) Okulda iki haftada bir yüzme dersi olmasına çok seviniyorum.Yüzme işini bir an önce çözsün birlikte teknelerden falan atlayalım istiyorum.


Yaz hiç bitmese keşke.Kışı HİÇ özlemiyorum.Kış sevenleri de anlamıyorum.Kısa günler, soğuk hava, kat kat giyinmek.Ühü.

18 Eylül 2015 Cuma

Beslenme üzerine {upuzun} bir yazı

 
 
Bu diyete ilk başladığımda babam yediklerime bakmış ve "bu kadar yiyerek zayıflayacaksın ha" diye dalga geçmişti benimle.Başladığım noktadan 11 kilo daha zayıfım!  Ki araya bir hamilelik dönemi de girdiğini düşünürsek ciddi anlamda kilo verdim.
 
Hamilelikten önce 9-10 kilo vermiştim.55-56 kilo ile hamile kaldım.Hamileliğimin ilk üç ayında kusa kusa 6 kilo verdim sonra da 12 kilo aldım ama toplamda 6 kilo almış oldum.Tabi bu veriler hep o lanet olası bozuk tartıyla yapılan ölçümler.Ben evde tartılıyorum diye doktorum her seferinde tartmadı beni:)
 
Hamilelik kilolarımı da  fazlasıyla verdim.Nereden baksan yıllar içinde 20 kilo vermişim.Tüm bu süreçte en ufak bir deformasyon da olmadı.
 
Hamileyken bu şekilde beslenmedim ünite saymadım zaten çok bulantım oluyordu ve doğumdan bir gece öncesine kadar kusuyordum.Emzirme dönemi de karbonhidrat saymadım.Yaklaşık 2 sene de (26 ay) emzirdim.
 
Ki son yıllarda özellikle haftasonları gerçekten abartıyorum.Ama sonuçta bu karbonhidrat meselesi o kadar kafama yazılmış ki bal yediysem reçel yemiyorum, sıkma yediysem ekmek yemiyorum. Ya da kahvaltıda ortalığı dağıttıysam akşam balık salata yiyorum.
 
Geçen yazıda bahsettiğim mucize liste işte  BURADA var.BU listede yine karbonhidrat değerleri üzerinden.Besinlerin kalori değerleri ile karbonhidrat değerleri birbirinden ne kadar farklı görüyorsunuz.
 
Kutulu ürünlerde de bir besin değerleri listesi oluyor.Her ürünün kalorisi, protein içeriği ve karbonhidrat içeriği bellidir.Bu durumda bakmanız gereken yer yine karbonhidrat değeri. Karbonhidrat değeri= ünite
 
Kilo vermek için yediğiniz ürünlerin toplam karbonhidrat değeri 40 üniteyi/puanı  geçmeyecek.
 
Size örnek bir menü ile durumu açıklayayım:
 
Sabah kahvaltıda istediğiniz kadar beyaz peynir ve yumurta yiyebilirsiniz.Salam, sosis, sucuk da yine oldukça düşük karbonhidrat değeri olan ürünler.Ama bal, reçel ve ekmek yok.Yine domates, maydonoz ve salatalık da sınırlı ölçüde yiyebilirsiniz.
 
Ben haftaiçi ünite değerimi olabildiğince düşük tutuyorum.Neredeyse eve gidene kadar 0 ünite besleniyorum.
 
Sabah kahvaltıda sadece peynir yiyorum mesela.Ya da sadece yumurta.Ama peynir , yumurta ve bir domates(6 ünite) bir de salatalık(4 ünite) yeseydim toplam 10 ünite almış olurdum.Ya da salatalık yerine 20 tane yeşil zeytin(4 ünite) yerdim.
 
Öğlen yemekte etli bir yemek seçiyorum.Et sote olabilir mesela ya da biftek,sade döner ya da tavuk ama dışı galeta ununa bulanmamış sade olacak.Sonuçta öğleni de ünitesiz geçiriyorum.Ama tabi tavuğun, dönerin bir sınırı yok.Yani patlayana kadar diye tabir ettiğimiz şekilde yiyebilirsiniz.Ama proteinler o kadar  uzun süreli  tutuyor ki insanı bir porsiyonu geçmemenizi öneririm.
 
Akşam olduğundaysa mesela etli yeşil fasulye yiyorum.Fasulyenin bir porsiyonu 7 ünite.Bir porsiyon yaklaşık 4 kaşık oluyor.Ama bu diyetin güzelliği şu ki et bu değere dahil değil.Yani 4 kaşık yeşil fasulye bol etliyse kocaman bir tabak yeşil fasulyeniz oluyor.Ya da 8 kaşık yiyin 14 ünite olsun.10 da sabah almıştınız işte size 24 ünite.
 
Akşam bir de mandalina yiyin mesela 9 ünite 33 ünite ile günü kapatabilirsiniz.Yatana kadar bol peynir, salam, sosis yiyebileceğinizi de unutmayın:)
 
Bu diyette kuru bakliyatlar, ekmek, şekerli gıdalar neredeyse yok.Elbette ünitesini ayarlayabiliyorsanız yiyin.Sabah ve öğleni 0 tutup akşam biraz kuru fasulye yiyebilirsiniz gibi.
 
Gelelim püf noktalarına.Uzun yıllardır bu listeyi baz alan bir kişi olarak kuru soğan ve marula dikkatinizi çekmek isterim.1 kuru soğan 10 ünite yani salata yaparken 1 tanesi 1 ünite olan yeşil soğanı tercih etmelisiniz.Marulun tümü 8 ünite.Yani bol marullu bir salata oldukça düşük üniteli oluyor.Ve çok da tok tutar üstelik bağırsakları çalıştırır.Kuru soğan out marul in :)
 
Köfte yaparken içine koyduğunuz soğanı da hesaba katın ve ekmek mümkünse koymayın.Koyacaksanız da hesaplamayı unutmayın.
 
En önemlisi küp şeker.Tek bir küp şeker 12 ünite.Yani çayınızı kesinlikle şekersiz içmeniz gerekiyor.
 
Zaten düşünürseniz 1 kesme şeker bir dilim köy ekmeğine denk.İkisi de 12 ünite peki siz bu durumda hangisini tercih edersiniz? Aynı şekilde 1 kesme şeker yerine 1 şeftali yenebilir mesela.
 
Bu beslenme şekli insanı kesinlikle sağlıklı karbonhidratlara yöneltiyor.Zaten sınırlı olan hakkınızı yeşil fasulyeden, meyveden yana kullanıyorsunuz.Ve rafine şeker yemediğiniz için bir elma bile o kadar tatlı geliyor ki zamanla tümünü bitiremeyebiliyorsunuz.
 
Peynir, yumurta, et, tavuk , salam, sosis gibi besinler sınırsız tüketilebildiği için de asla aç kalmıyorsunuz.Yemekteki sebzeyi az yemiş olduğunuz için aç hissetseniz bile üstüne bir koca dilim peynir yiyebilirsiniz.
 
Ya da diyelim o günkü yemek size çok da uymuyor ama çocuğunuz için o yemeğin de pişmesi gerekiyor (mesela havuçlu, patatesli bezelye yemeği) o durumda bol marullu bir salata yapıyorum üzerine de sosis, ya da bir parça biftek hatta peynir ekliyorum.
 
Diyette yağ sınırı yok.Yağ da 0 ünite! Yağ almaya devam edebilirsiniz bu yüzden tatsız tuzsuz light peynirlere mahkum değilsiniz:) Ama mesela salataya yağ eklerken ben yine de daha az koydum.
 
Bu diyette mayonez ketçaptan daha masum!
 
Sabah: peynir, yumurta
 Öğlen :et ya da tavuk yanına bol marullu salata
 Akşam :bol etli sebze yemeği
 
Yatana kadar peynir ve bir meyve zaten klasik diyetlerden çok da farklı değil:)
 
Yoğurdun da ünite değeri yüksek sayılır.Yoğurdu protein kabul edip 0 ünite değerli olduğu yanılgısına düşmeyin lütfen. Ben et yemeklerinin üzerine tat vermesi için bir iki kaşık yoğurt ekliyorum.Demirle ilgili bir sorunum yok ama siz kansızsanız yoğurdunuzu ayrı yiyebilirsiniz.
 
Mesela hamburgere bayılıyorum. Klasik hamburgerimi ekmek yerine marul yapraklarıyla yiyorum.Şimdi o kadar benimsedim ki bu diyeti kesinlikle ekmekle yiyemiyorum.Onun yerine 10 tane patates kızartması yiyorum mesela o da 20 ünite ,hamburgerin içindeki domates, soğan,sos falan da saysam 25 üniteye çok sevdiğim şeyleri yiyorum.
 
Yediğiniz her şeyi yazmanızı tavsiye ederim.Yazdığınız zaman ne çok şey yediğinizi görecek ve ünite atlamamış olacaksınız.İlk bir ayda dört kilo vereceğinizi neredeyse garanti ediyorum.Ben diyete başladığım ilk iki haftada vermiştim dört kiloyu:)
 
Acil durum bittikten sonra da haftasonları abartmadan yiyerek zamana yayarak kilo verebilirsiniz.Kilo verme işi bittikten sonra da günde 60 ünite karbonhidrat alarak kilonuzu koruyabilirsiniz.Zaten zamanla rafine şekerden o kadar uzaklaşıyorsunuz ki çayınıza şeker atmak aklınıza bile gelmiyor.Besinlerin doğal tatlarını almaya başlıyorsunuz, yediğiniz bir güveç yemeği içindeki patatesiyle, patlıcanıyla size şölen yaşatıyor:)
 
Ben haftada iki gün spor yapıyorum.Haftaiçi neredeyse 30 üniteyi geçmiyorum ve buna rağmen o son beş kiloyu bir türlü atamıyordum.Haftasonları diyeti tamamen bozmama bağlıyordum bu durumu ama meğer tartım bozukmuş!
 
Ankara'ya gidiyorum annemde bir hafta kalıyorum ama aklıma yazılı düzenin dışına çok az çıkıyorum bir geliyorum 2 kilo almışım.Tartılıyorum 58, anneme gidiyorum  tartılıyorum 56 eve geri geliyorum 59! Bir moral bozukluğu, haydi yine sıkı tut sonuçta verdiğim sadece bir kaç gram oluyordu.Tüm bu moral bozukluğuna rağmen beslenme şeklimi değiştirmek, diğer diyetleri denemek aklımdan geçmedi.
 
Yağ sınırı olan bir diyette mesela nasıl dışarda yemek yiyeceksin? Hangi lokanta tek kaşık yağla yemek yapıyor? Ben sadece akşamları evde yiyebiliyorum, evden yemek getirmek de çok uzun süreli bir çözüm değil.Bu sebeple kilo veremediğimi sandığım dönemlerde bile bu beslenme şeklimi değiştirmedim.
 
İşimi kolaylaştırmak için pirzolaları, tavuk butları, ekmeksiz hazırlanmış köfteleri pişmiş olarak dondurucuda tuttum.Gözüm döndüğünde hemen indirip sadece ısıtarak yemeye hazır olmaları sayesinde elim pilava,  ekmeğe, poğaçaya gitmedi.
 
Sosis , salam gibi ürünleri katkı maddelerinden dolayı çok tercih etmedim ama yine de kimi zaman hayat kurtardıklarını kabul etmek lazım:) Çayın yanında kocam bisküvit açıyordu ben pastırma yiyordum:)
 
Tartım değiştikten sonra diyetin etkilerini daha net görüyorum.Dün mesela tartıldığımda 53 kiloydum:) Bu kadar hızla, aç kalmadan ve yağdan kilo vermek de motivasyonu arttırıyor.
 
Tüm bu yazdıklarım bana uyan, bende işe yarayan bilgiler.Sizin özel bir durumunuz varsa, protein alımını abartacak ya da karbonhidratları ölümüne kesecek olursanız bir takım sorunlar yaşayabilirsiniz.Doktorunuzla görüşün, danışın, sorun soruşturun.Bir insan olduğunuzu, ölebileceğinizi de lütfen göz ardı etmeyin.
 
Sorularınız varsa yorum bölümüne beklerim;)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ankara

Ankara'yı sevmiyorum ama Ankara'ya  gitmeyi çok seviyorum.Soğuk, kalabalık, denizi olmayan bir AVM kenti.

Annemle alışveriş merkezlerinde gezmek, Duru'yu oyunparklarına götürmek, babamın Duru ile evde saklambaç oynaması, annemin Duru'ya aynı kitabı on kez falan üstüste okuması paha biçilemez anılar ..

Masada oturuyoruz Duru'ya kızdım.Babam da bana kızmasın mı "çocuğa kızma" diye:) "Baba ben senin çocuğunken sen de bana kızıyordun" dedim.E yani pes:)

Eve çok yakın bir park var akşamüstleri oraya gittik babam kızın başında durdu biz annemle çay içip sohbet ettik {bol dedikodu}:



 
Her alışveriş merkezinde bir oyun alanı var.Oyun alanı kartlarını cüzdanın neresine koyacağımı şaşırdım:)

Armada oyun alanı:



Cepa H&M önü.Burası Duru'nun en sevdiği oyun alanı.Saçma sapan kocaman bir delik ve çocuklar buna bayılıyor.Tadilat sonrası daha güvenli, temiz ve güzel olmuş:



Zara'da TÜM topuklu ayakkabıları denedi.

 
 

Dayımlar ve dayımın oğlu beni görmeye gelmişlerdi.Dayımın oğlunun eşini de çok seviyorum.Çok hanımefendi,akıllı, şirin bir kız.Kuzenlerimin hepsinin eşlerini seviyorum gerçi.

Dayımın eşini ise dayımdan bile çok severim.Yengem bir tanedir, çok becerikli, çok iyi kalplidir.{Diğer yengem de öyle canımdır, hayatımdır, gelinlerden yana çok şanslı bir aileyiz} Biz çocukken yanyana evlerde otururduk ve günde on kere evlerine gider gelirdim.Kapı açmak bile ne zor düşünün ama bir kez bile of demezdi.Beni kendi çocuklarından ayırmazdı hala da beni gördüğünde kızıymışım gibi sarılır.Kızıymışım gibi hissediyorum ben de zaten.O kadar işin gücün arasında istedim diye bana bebek örmüştü hiç unutmam.

Kimsenin dedikodusunu yapmaz, özel hayatının didiklemez, meraklı meraklı sormaz, anlattığını dinler, dünyanın en güzel kahkahalarını atar ve en güzel yeşil göz de yine ondadır.Çok seviyorum demiştim.Bir fotoğraf çekilmek istedim çünkü uzakta olduğumuz için özlüyorum onu.Kızıma rica ettim.Bebeğini de aramıza almamız koşuluyla kabul etti sıpa:)


 
Dayımla ve kuzenimle fotoğrafımız yok :P Eşleri daha çok seviyorum:))
 
Kentpark'ta sihirli aynalar var sayın okur.Koşun gidin ince gösterenlerin önünde fotoğraf çekilin.Çok büyük mutluluk:


Uzun süre yazmayınca uzun uzun anlatacak bir çok şey anlamsız kalıyor, unutuluyor.Ama fotoğraflar insanı alıp tam da o ana götürüyor.Neyse ki fotoğraf çekmişim de koskoca bir haftadan geriye aklımda üç beş anı kalmış.

17 Eylül 2015 Perşembe

Zayıflama maceram ve beslenme tüyoları ;)

 
Bir süredir okurlarım {sadece üç kişi aslında:P} bu kadar çok yemek yiyip nasıl zayıf kalabildiğimi soruyorlar.Asırlardır zayıflamaya çalışan biri için oldukça mutluluk verici bu sorular.
 
Hayatımın uzun yılları boyunca hep "çok zayıftım".Çirkin bir zayıflık.İlkokul 3. sınıfta 19 kiloydum mesela.Lakabımın da iskeletor olması sizi şaşırtmamıştır.
 
Hiç kilo problemim olmadı çünkü annem bizi hep çok sağlıklı beslerdi ve ben yemek yemeyi hiç sevmezdim.Zorla ağzıma tıkıştırılan üç beş lokmayla ancak yaşamımı idame ettiriyordum.O yıllarda kaç kilo olduğumu bilmiyorum mesela.
 
Lise sonda masa başında saatlerce ders çalışma  dönemlerinde biraz kilo aldım liseden mezun olurken o zamana kadar en şişman  günlerimdi 52 kiloydum.Sadece bir kez tartılmıştım.
 
Sonra üniversiteye başladım, ilk sene kaldığım otelin biraz sapa bir yerde olması, yemek yemeye zaman ayıramamam gibi sebeplerle 40lı kilolara düştüm ama bunu ilk tatilde eve gelene kadar anlamadım.Pantolonlarım öyle bollaşmış ki  üzerimden düşüyor, neredeyse 12 kilo vermişim ve bunun farkında bile değilim.
 
Üniversitede ilk yarıyıl tatilinde eve döndüğümde annem havaalanında bana doğru baktı ve sonra kafasını çevirip arkama bakmaya devam etti.Çünkü beni ,kendi öz kızını, tanımamış! Bana baktığında düşündüğü "kızın montu kızımınkinin aynısı" olmuş:)
 
Bu kadar delice bir kilo vermiş olmama rağmen durumun farkında bile değilim! O kadar fiziksel görüntümü, kilomu önemsemeyen  biriydim ben.Sonra iş hayatına başladım ama o zamanlar kaç kiloydum hala bilmiyorum.Zayıftım ama.. Murat'la tanışana kadar:)
 
Kocam bu dünyada yemek yemek için var.Öyle keyifle, aşkla yer ki siz de onlayken yemek istersiniz.Biz tanıştık adam beni harika yerlere götürüyor, en özel yerlerde en özel yemekleri tadıyoruz.Nöbetlerimde bir kebaplar yaptırıyor adamlar içine üç kişilik çatal kaşık koyuyor düşünün:)
 
Sonra iş yerimiz değişti ve çok sapa bir yere taşındık,burada da evden yiyecek bir şeyler getirmeye başladık.Ama tüm iş arkadaşlarımla beraber topluca yiyoruz mesela ve çok bol , gözümüz açlıktan dönerek yiyoruz.
 
Ben hala kilomun farkında değilim.Bir gün iş yerinde bir ablamız bana dönüp "kilona biraz dikkat etsen iyi olur" dedi.Şaşırdım eve gidip bir tartıldım ki 65 kiloyum:)İlk kez kilomdan rahatsız oldum , 25 yaşındaydım.
 
Diyet yapmaya karar verdim ama ne yapacağım hiç bir fikrim yok.Beslenme üzerine bilgim sıfıra yakın.Ispanak sağlıklıdırdan başka bir şey bilmiyorum.
 
O zaman iş yerinden çok sevdiğim bir arkadaşım bana hayatımı değiştiren bir liste verdi.İnci.rlik Am.erikan Üssünde askerlere verilen bir liste bu.Onların yakın bir arkadaşlarına annesi evlenirken vermiş.
 
Liste besinlerin karbonhidrat değerlerini ünite üzerinden belirliyor.Günde 40 üniteyi geçmezseniz zayıflarsınız.
 
Onu yeme, bunu ye şeklinde bir beslenme programı olmadığı için hemen her yere uyuyor.Üstelik kilo verirken yağdan veriyorsunuz.Dolayısıyla verdiğiniz üç kilo bile farkediyor.
 
Bizler günlük enerjimizi karbonhitratlardan alıyoruz.Karbonhidrat alımını kısıtlarsanız vücut enerji için daha önce depoladığı yağları yakmaya başlıyor. Mantık bu.
 
Şimdi kızıma kitap okumam  gerekiyor.Bu yüzden mucize liste, beslenme şeklim ve zayıflama maceramın devamı bir sonraki yazıda..
 
 
 
 
 

Dün doğdu bugün okullu oldu!

 
Sevgili Gökçe instagram fotoğraflarımdan birinin altındaki yorumda bu yukarıdaki fotoğraftan bahsetmişti.Eski blogumda hamileliğimden bahsetmemiş ve sonra Duru'nun doğumunu bu fotoğrafla haber vermiş bir sinsiydim belki hatırlayanlar olur.
 
Şimdi ise daha dün doğan o bebek okula başladı:

 
 
Okula uyum haftası sebebiyle anaokulu normal okullardan bir hafta önce açıldı ve o bir hafta boyunca saat 12:00'ye kadar okula gitmeleri planlandı.İlk gün hepimiz çok heyecanlıydık.Süslendik, püslendik ve evden çıktık.
 
Duru normalde saçını toplatmaz.Ama okulun cumartesi günü yaptığı toplantıda saçların toplanmasının öneminden bahsetmişlerdi.Sonra okul şortunu da çok erkek işi buldu.Yine de sonuçta erkek şortu üstüne giydiği kız pembesi tişörtü ve toplu saçlarıyla , sırtında çantası ve şirin gülümsemesiyle okula gittik.
 
Öğretmeni çok hoş bir kadın.Güzel, alımlı, bakımlı, şık giyinen ve sempatik biri.O kadar şirin ki benim bile tutup öpesim geliyor.Kendisi de küçük bir kızken aynı okulun anaokuluna gitmiş .Sınıfa gittiği ilk andan itibaren Duru'ya çok sıcak yaklaştı ve sanki okulu sevdirdi.Özellikle süslü püslü olmasıyla benim süslü püslü kızımı etkiledi:)

 
Tam iki gün okul bahçesinde bekledim.Hiç sınıfa girmedim.Okul daha başlamadan sınıfa girilmesine izin verilmeyeceğini, zaten sınıfa herkesin annesi girse çocuklara oyun alanı kalmayacağını anlatmıştım.Ona haber vermeden okuldan ayrılmayacağımı, kendisi bana git demeden işe gitmeyeceğimi de söylemiştim.
 
Hiç sınıfta kal demedi, ağlamadı.Ama bahçede oturup oturmadığımı iki kez falan pencereden kontrol etti.Bir kez elindeki yıldızı göstermek bir kez de okulun verdiği benim onaylamayacağım çikolatayı göstermek için pencerede belirdi.
 
Annelerle sohbet ettik, hepsini çok sevdim.Abartılı, kavgacı, sorunlu kimse görmedim.Çok şükür hepsiyle bir merhabamız oldu, herkes birbirinin çocuğunu tanıdı, görünce birbirimize gülümser ve hatta çocuklarımızdan bahseder olduk.Çocuklar da uyumlu olunca cidden kafam çok rahatladı.Çocuk kısmına güven olmaz elbette ama daha ilk günden okulu yıkan kimse olmaması umut verici.Di mi ?
 
İkinci günden sonra kızımı sabah sınıfına bıraktım ve işe gidip gidemeyeceğimi sordum.Önce mırın kırın etse de bahçede beklerken ne kadar bunaldığımı, tüm gün geçmeyen başağrıları yaşadığımı bildiğinden bir tereddüt yaşadı.O noktada öğretmeni de devreye girip "anneni ne zaman istersen ararız" dediğinde ve telefonumu çaldırıp gerçekten arayacağını gösterince ikna oldu.
 
Çarşambadan beri iznimi bölüp işe geri döndüm.Sabah kızımı bırakıp işe geliyorum öğlen arası da okuldan alıp eve bırakıyorum.Uyum haftasından sonra düzen değişecek tabi.
 
İlk okul günü sonrası eve dönerken "anne bir daha okula gitmem" dedi.Çok şaşırdım nedenini sordum."Çok uzun" demesin mi sıpa:)
 
Bir küçük anıyla yazımı bitireyim.Duru'yu okulda beklediğim ilk gün kahvaltıdan çıkarlarken karşılaştık.Öğretmenine anneme bir şey söylemem lazım diyip durmuş.Öğretmen beni görünce hemen işaret etti.Kızım kulağıma "Anne kutu süt verdiler" dedi:) "Ama bir şey demedim içtim" diye de ekledi.
 
Pastörize sütle UHT süt farkını beş yaşında bir çocuk biliyor ama koskoca bir okul bilmiyor, öyle mi? Pastörize sütü bile acaba ile karşılayan çiğ süt öneren uzmanlar bizim okula gelip ders vermeli.Gerçi bilmediklerinden değil önemsemediklerinden böyle olduğunu düşünüyorum.
 
Sonuçta pastörize sütün kullanım süresi daha kısa.UHT sütü buzdolabına bile koymaya gerek yok.
Pekmezi sulandırıp vermek ya da taze meyve suyu hazırlamak hazır kutu meyve suyu vermekten daha zor ve belki maliyetli.
 
Okulun beni rahatsız eden tek yönü bu beslenme konusu.Bugün kahvaltı çikolatalı ekmekti mesela.Ühü.Yine de en azından kendi mutfakları var öğlen yeşil fasulye, köfte gibi nispeten yararlı besinler de veriyorlar.
 
Duru kahvaltı yaparken:
 
 
 
İşte böyle.Hayatın yeni bir dönemine girdik.{Chapter 3 :P}Heyecanlıyız, mutluyuz ve çok korkuyoruz.Yeni okul dönemi herkese  mutluluk getirsin!
 
 

11 Eylül 2015 Cuma

Hayat ölüm kadar ağır


Ülkenin bir ucunda çocuklar ölüyorken bir ucunda da çocuklar okula başlıyor.İnsanların sevinçlerini bile kursaklarında bırakıyor bu hainler.Çocuğum okula başlıyor diye sevinemiyorum bile, sevinir gibi olunca da utanıyorum.

İlk hafta alıştırma haftası,yarım gün.Ben de tüm hafta izin aldım Duru'yu okula bırakıp gerekirse bahçede bekleyeceğim.Sen okula alışana kadar bekleyeceğim diye söz verdim.Duru sınıfta beklememi istiyor ama ona öğretmenin izin vermeyeceğini söyledim.Umuyorum öğretmeni bahçede beklememe de izin vermez ,ben de tüm hafta izin kullanmadan atlatırım bu günleri.

Duru hiç heyecanlı değil ama ben belli etmediğimi umsam da okula başlayacak olmasından ötürü çok heyecanlıyım ve biraz da korkuyorum.Çünkü ben insanlarla muhataplığın arttığı her durumdan korkarım.

Geçen hafta Duru'yu evimize yakın bir parka götürdüm.Orada siteden bir arkadaşıyla oynuyorlardı yanımıza bir kız yaklaştı.O da oyuna katılmak istedi.Kızın da Duru gibi yanında bir bebeği ve arabası var.

Duru kıza kendi bebeğinin yürüyemeyecek yaşta bir bebek olduğunu oysa kızın bebeğinin nispeten büyük bir bebek olduğunu arabaya kendi bebeğinin konması gerektiğini söyledi.Kız tabi kabul etmedi.Bizimki kıza dönüp "senle de oynanmaz" dedi.Ve arkadaşıyla oyununa devam etti.

Ben genelde çocuk kavgalarına karışmam.Kendi kızım eziliyor olsa bile.Kendisini savunmayı öğrensin isterim.Görüyorsunuz ki başarmışım da:P Sadece fiziksel bir tehlike varsa yakın dururum, korurum,uzaklaştırırım o kadar.Kız birazdan yine geldi benim kız dönüp çocuğa " senle konuşmayacağım, okul başlayana kadar senle konuşmayacağım" diye bağırdı.

Baktım bizimki artık kabadayılığa giriyor yaklaşıp Duru'ya "Bu şekilde konuşman doğru değil, çocuğa bağıramazsın, çok ayıp" dedim.Bu arada kızın annesi Duru'ya laf söylemeye başlamasın mı? Çok sinirlendim.Neyse ki Duru hiç geri adım atmadı, korkmadı.Ben de kadına dönüp buz gibi bir bakış ve ses tonuyla "ben konuşuyorum çocuğumla" dedim.Ama kadın devam etti "sen benim kızıma bağırıyorsun ben de sana bağırayım mı, ben sana bağırıyor muyum" diye ters ters konuşuyor.

Kadın 30lu yaşlarda Duru 5 yaşında.Kadına dönüp iki çift laf edecektim ama biliyorsunuz ki tartışma yaşamayı, gerginliği sevmem.Kızımı da alıp parktan ayrıldım.İçim içimi yedi ama dönüp bakınca doğru olanı yaptığımı düşünüyorum.

Bir kaç gün sonra beraber gittiğimiz bir yemekte Defne bu kez Duru'yu dışladı.Peşimden gelme, seni istemiyorum falan dedi.Bir baktım bizimki gözler dolu dolu, dudakları titreye titreye geldi.Bozulmuş ama ağlamıyor.

Eve geldiğimizde "anne ben çok üzülmüştüm, duygulanmıştım ama ayıp olur diye ağlamadım" dedi.Babasıyla ona sarıldık teselli ettik sonra da ona parktaki çocuğu hatırlattım.O kıza da kendisinin aynı şekilde davrandığını, o kızın da tıpkı kendisi gibi üzüldüğünü söyledim.Karmadan bahsettim, yaptığı herşeyin bir dönüşü olacağını anlattım.

Çünkü ben çocuğum ezilmesin yeter derdinde değilim, düzgün bir insan olsun istiyorum.Bugün başka çocuklara "aman ezilmesin de" diyerek kötü davranmasına göz yumarsam gün gelir bana bile kötü davranır diye düşünüyorum.Kötü biri olursa sevilmez ,yalnız kalır vs.

Şimdi on küsür çocukla -ve anneleriyle- yeni maceralara atılacak olmayı neden  heyecan verici bulduğumu anlamışsınızdır :P

Aslında keşke süper güçlerimiz olsa da her anne çocuğunu hep güvende tutabilse, kollarımızın arasında uyudukları kadar güvende olabilseler.


 
 
 
Bu da bu hafta beni EN ÇOK etkileyen yazı. Allah bu vatana hainlik eden her kimse cezasını tez zamanda versin inşallah.Kimsenin ahını kimsede bırakmasın. 

8 Eylül 2015 Salı

Gündem:

Bu ülkede gündem ne olur ya hırsızlık, ya kadın cinayeti ya şehit haberi.

Dağlıca'dan gelen  şehit haberleri içimizi yaktı.Ah pardon Dağlıca'dan gelen bu şehit haberlerini kastettim aslında!

Dağlıca'da şehit olan askerlerimizden önce de hemen hergün bir şehit haberi alıyorduk.Ama bu haberler bir Irına Shayk Bradley Cooper haberinin yanında şehidin bir fotoğrafı eşiğinde küçük bir yer buluyordu.Sonuçta burası Türkiye bir kişinin ölmesi çok da haber sayılmaz.Topluca şehit olmuş olmaları haber değerini arttırıyor tabi!

1990 doğumlu çocukların ölüyor olmasına dayanamıyorum.Daha hayatın o kadar başındalar ki.Hiç aşık olmadan, aşk acısı yaşamadan, büyümüş hissetmeden, evlenmeden, boşanmadan, çocuk sahibi olmadan, yaşlanmadan hatta büyümeden, iyi kötü bir sürü deneyimi yaşayamadan ölmeleri haksızlık!

Üzüldüğüm bir diğer şey de şehitler üzerinden bile kavga ediyor olmak.Açıkçası bu haberler beni o kadar yıprattı ki içimden ınstagram da fotoğraf yayınlamak ya da yazı yazmak gelmiyor.Ama bir yandan da bu acılarla başka şekilde başetmek isteyen insanlar olabileceğini biliyorum.Normal hayatına üç gün sonra zaten devam edecek insanların diğerlerini eleştirmesini de çok saçma buluyorum.

Bir yandan da şehit haberlerinin altında iktidar kavgası veren tipler var.Çocuklar ölmüş bunlar hala delice kavga ediyor.Yok o parti suçlu , yok bu partinin suçu, yok Kürtler, yok Türkler..Üf.

Bu iş Türk Kürt meselesi değil.Bunu hala anlamayan gerçekten aptaldır.Bu ülkede Kürtlerle Türkler onlarca yıldır sorunsuz yaşadı, bıraksalar yüzlerce yıl yaşar.Yıllar önce sağcılarla solcular birbirini öldürüyordu şimdi kim sağcı kim solcu belli değil:)

Bundan yıllar sonra da bazı ülkelerin işine gelirse bir bakarsınız kadınlarla erkekler birbirine düşman olur.Kürtler ,Türkler,Sünniler, Aleviler, Çerkezler, Lazlar hiç farketmez bu topraklarda yaşayan herkes dünyadaki tüm insanlardan farklıdır ve birbirine benzer.

Kuzey Iraktaki bir Kürtle bizim Kürdümüz , Suriyedeki Arapla bizim Arabımız bir değil.Bir Azeri Türküyle anlaşabildiğimden daha iyi anlaşabilirim komşum Kürt İsmail Beyle ben.İşte Ne mutlu Türküm diyene de bu demektir zaten.Kendini bu ülkeye ait kabul eden herkes bu ülkeye aittir.Bu ülkede yaşayan HERKES birbirine benzer bir şekilde.Hepimiz karnıyarık severiz, mantıyı yoğurtla yeriz gibi.

Şehitlerin acısıyla hiç suçu olmayan çocuklara sırf etnik kimliklerinden dolayı saldırmak da kesinlikle sizi teröristten farklı yapmaz.Lütfen saçmalamayın.

Bu blogu eğlenceli, mutlu bir yer olarak tutmak istiyorum.Kötü, acı şeyler gelmesin hep neşe olsun istiyorum ama bazen içimden taşıyor sıkıntılar.Çocuklar ölürken neşeli kalmaya çalışmak çok boş geliyor.

Madem böyle hissediyorum Duru da ilerde bu yaşananları da bilsin öyleyse diyorum belki o büyüdüğünde bu olanlar çok uzakta kalmış olur, çocuklarımıza okula giderken çöp kutularından uzak durmalarını söylemek zorunda kalmayız belki.

Bir de bu yazı beni çok etkiledi.

Hoşçakalın.

4 Eylül 2015 Cuma

Tavşan hikayesinin sonu:




Duru'nun geçmiş tavşanlarını hatırlarsınız , Süpürge ve Tavşi'den sonra bu sene yeni bir tavşan daha aldık ona bu kez adı Zıpzıp. Geldiği ilk gün kutudan çıkıvermesiyle adını bir yerde kendi koymuş oldu.

Ben Duru'nun hayvan sevmesini, hayvanlardan korkmamasını çok önemsiyorum.Tavşan da en ideal ev hayvanı bence.Hem ölmeyecek kadar güçlü, hem asla bir zarar vermiyor, hem çok sevimli, hem de ellemeye ,mıncıklamaya müsait.Biz tavşanlarımı yaz başı gibi alıp yaz sonunda bir çiftliğe bırakıyoruz.

Ben bu son tavşanı almazdım aslında da babası bir aşka gelme anında "kızım sana tavşan alayım" dedi.Çocuğun öyle bir talebi bile yokken.Üstelik tavşanın eve girmesine de izin vermeyen yine Murat'ın kendisi.Hayvanın kokusundan rahatsız oluyormuş:) Neyse ki 15 m2 falan bir balkonumuz varda hayvanlar rahat rahat yaşıyorlar.{Adana'ya hoşgeldiniz, biz burada balkonda yaşıyoruz da}

Ama işte bu kez tavşanı her zaman bıraktığımız ekolojik çiftlik tavşanların çok ürediğini ve sıkıntı yaşadıklarını söyleyerek tavşanımızı almadı! Biz de o gün öğleden sonra bir haftalığına şehirden ayrılıyoruz.Kahvaltıya çiftliğe gider tavşanı da bırakırız diye düşünmüştük.Bir stres başladı mı?

Daha önce gittiğimiz Yavuz.star Harası'na bırakmaya karar verdik.Orada da tavşan , tavuk, hindi gibi hayvanların bulunduğu bir bölüm olduğunu biliyorduk.Hazırlanıp kahvaltıya gittik.

Kahvaltı bu sefer daha muhteşemdi:




  



Kahvaltıdan kalktık, Zıpzıp'a son bir kez daha maydonoz yedirdik, vedalaştık ve arabaya gideceğiz ama o da ne arabanın anahtarı kayıp!! Bir kaç saat sonra uçağımız kalkacak, biz şehirden uzaktayız ve arabayı da öylece bırakamayız.Personel ve biz dört koldan aranmaya başladık.Yerlere bakıyoruz , masayı didik didik aradık ama yok yok yok.

Neyse Murat'ın anahtarı hesabı öderken kasanın orada unuttuğu ortaya çıktı da rahatladık:) O anahtarı getiren arkadaşa sımsıkı sarılmak istedik.Abi bir kahve ısmarlarsın dediğinde biz aslında onu evlat olarak bağrımıza basabilecek durumdaydık:))

Sonra eve döndük, stresten tere batmış olduğumuz için hızla bir duş aldık, valizleri kapıp havaalanına gittik.Bundan sonraki bir hafta ben ve Duru Ankara'da olacaktık.Murat ise İzmir'e gidiyordu.

Duru babasından ayrılırken yine biraz duygulandı ama geçen seferkinden daha iyiydi :) Sadece Ankara'da bir kez bir şarkının içinde babasının ismi geçince "bu şarkıyı dinlemeyelim anne duygulanıyorum" dedi.



Arkadaşlarla..

 
 
Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla uzun bir ayrılık öncesi buluştuk.Bu fotoğrafta yoklar ama Duru ve Defne'de bizimleydi.Aslında bu mekana gitmemizin sebebi de yine kızlar.Harika bir parkı var, açık hava ve çok şık bir yer.

Yemekler eh işte ve biraz da pahalı sanki.Ama yemekten sonra yemyeşil bir bahçede ,kızlarımız parkta oynarken  oturup uzun uzun sohbet edebiliyor olmak tüm bu eksileri unutturuyor.

Defne ve Duru yine kavga etti.Defne ağlayarak masaya geldi ve eve gitmek istediğini söyledi.Kavga sebebi Duru'nun oyun oynama anlayışı.En sevdiği oyun şu "Duru anne oluyor ve parktaki diğer herkes onun kızı.Yanından ayırmadığı bebeği de en küçük kızı.Bazen ama bazen diğer çocuklarının onu tutmasına izin veriyor".

Bu oyunu bizim apartmanın çocuklarıyla gayet güzel oynuyor.Bir kere işten geldim bir arkadaşıyla kaydırağın üstündeki kare şeklindeki alana yan yana yatmışlar."Sabahat ne yapıyorsunuz kızım" dedim."Duru beni doğuruyor" dedi:)))

Defne Duru'dan büyük ve Duru'nun anne olmasını kabul edemiyor haklı olarak.Anne ben olmalıyım diyor.Ama Duru parkta tanıştığı küçük bir kızı çoktan ikna etmiş ve oyuna başlamış, Defne'ye aldırmıyor bile.O ağlarken yanımızdan "hadi kızım bıdı bıdı" söylene söylene peşinde de oyuna bayıldığı anlaşılan kızı(!) ile geçiyor.

Defne'ye döndüm.Kızım sen saf mısın bu oyunu kendine göre kullansana dedim.Yaşlı gözleriyle bana döndü baktı.Annen olsun sen de onu delice kullan dedim.Nasıl yani derken gözlerinde ilgili bir bakış belirmişti:))

Annense gel anne p.opomu yıka, anne gel beni salla, anne bana yemek yedir diye yüz kez çağırabilirsin dedim.Tıpkı annenle benim sizin için yaptığımız gibi.

Gözleri parladı, kocaman bir gülümsemeyle parka döndü.Birazdan yanıma gelip "p".opo sildirmek hariç herşeyi yapıyorum" diye bilgi verdi.Bu oyunu biz kalkana kadar zevkle oynadılar.

Defne'nin anneannesi de masadaydı ama oyun gereği artık anneanne bendim.Bazen parktan Defne "anneannee" dye bağırdığında ikimiz birden dönüp "efendim" diyorduk:) Ve her seferinde de gerçekte bana seslenmiş oluyordu:P

Ben burada da hamburger yedim.Kötü değildi ama "bir daha yesem, ah keşke olsa da yesem" gibi hayaller kurdurmadı açıkçası.Hehe yemeklerle ilgili böyle hayaller kuruyorum evet:)



3 Eylül 2015 Perşembe

Son dönem kitapları

 
Bu ara o kadar çok kitap okuyorum ki kendim bile şaşkınlık içerisindeyim.Bunlar gene neyse siz bir de Ankara'da olduğum bir haftada okuduklarımı görün!
 
Sondan başlayalım bu sefer:
 
Tutkunun sırrı: Kitapçıda çalışan Miranda isimli bir kızla bir kont arasındaki aşk.(Kont aslında sahte isimle bir kitap yazıyor bir de sahte isimle gazetede köşe yazarı ve kız bu sahte kişiliklere mektup yazıyor.Kont da mektuları yazan kızı merak edip kitapçıya geliyor.Sonra kızı evinde kütüphane düzenlemesi için tutuyor filan) Bu kitabı HİÇ sevmedim.Birbirinin aynı gibi görünen bir sürü aşk kitabı okuyorum ama gerçekte iyi yazılmış bir aşk hikayesi bulmak o kadar zor ki.
 
 
Serserinin öpücüğü: Bu da bir aşk hikayesi ama bu gerçekten ÇOK başarılıydı.Genevieve Barret bir papazın kızı ve papazın yıllardır yayınladığı bilimsel makalelerin de gerçek yazarı.Ama bencil baba kızının başarısını sahiplenmeye alışmış ve kızının kendi kariyeri için bir şeyler yapmaya yanaşmıyor.Bu arada bir tanıdıklarından kızımıza Hamsworth mücevheri denilen bir parça miras kalıyor.Bu parça aslında Hamsworth dükü Sir Richard'a kalmalı ama hala miras hakkını bu şekilde kullanıyor.Sir Hamsworth'ün annesi babası 16 aylığına Rusya'dayken hamile kalmış.Yani çocuğun babası başka biri ama yasal koca çocuğu kabul etmiş.Ama insanlar elbette bu duruma sessiz kalamıyor ve Sir Richard'da mücevherleri ele geçirip bir nevi ispat etmek istiyor.Eve papazın yeni öğrencisi olarak giriyor ve olaylar gelişiyor..
 
Bu kitabı çok sevince yazarın başka kitaplarını da aldım.
 
 
Aşka var mısın? - Sonsuza kadar: Birbirinin devamı olan bu kitapları ÇOK sevdim.Hatta ilk kitabı okurken koşup ikincisini aldım.Ünlü bir Holywood yıldızı patlak veren bir skandaldan kaçmak için küçük bir kasabaya geliyor ve kasabadaki genç bir kıza aşık oluyor.Ah sonra olaylar olaylar...
 
Duru 14 eylülde okula başlıyor.Çok heyecanlıyım.Okulda alışana kadar onu bekleyeceğime söz verdim.Okulda beklerken okuyabileceğim nispeten nezih kitaplar aldım bir kaç yazı sonrası daha farklı kitap anlatımlarım olabileceğini umuyorum.Ama tabi belli de olmaz:P
 
 
 
 
 

2 Eylül 2015 Çarşamba

Ramazan2015 iftar yemekleri: Ama bir sor neden?


Bu yazıyı taslakta buldum:) Ankara'dan döndüğümüz gün uçaktan indikten bir kaç saat sonra bir düğüne katıldık, düğünden kalktıktan sonra düğünde karşılaştığımız bir süredir görüşemediğimiz arkadaşlarımızla geç bir akşam yemeği yemeye gittik ve saatlerce oturup sohbet ettik.Eve geldiğimizde yorgunluktan bitmiştim ve hemen yattık elbette.

Pazartesi günü kısa süreliğine Adana'da olan arkadaşlarımı yemeğe götürdük ve eve gene çok geç gelip hemen yattık.Salı günü de kayınvalidemleri yemeğe aldım:) Oldukça yorgunum ve bu sebeple bloga yazmak istediğim bir sürü yazıyı yazamıyorum.Taslakta yazı bulmak çölde vaha bulmak gibi oldu.

O yüzden aradan aylar geçmiş olmasına rağmen bu yazıyı yayınlamaya karar verdim.Tembel avrat işi diye satılan ayıklanmış sebzeler gibi bir yazı sizi bekliyor.İşte karşınızda tembel blogger yazısı:

Ramazan ayında iftarları sevdiklerimizle beraber yapmaya bayılıyorum.Evde pek fazla davet vermedim ve ben de sadece iki kişiye evde iftara gittim ama genelde çalışan insanlar olduğumuz için ve Ramazan ayında dışarda enfes iftar programları olduğu için kimse halinden şikayetçi olmadı:)

Evde sadece kayınvalidemleri ağırladım.İki kez.Biri Ramazan ayının ilk cuma akşamı diğeri de sanıyorum son cuma akşamı:) Her iki iftarda da menüyü olabildiğince sade tutmaya özen gösterdim.

Bizim gittiğimiz evde iftar ise çok değişikti.Menü şöyleydi : şehriye çorbası, içli köfte, pirinç pilavı, güveç ve salata.Ev halkı beş kişi üçte biz toplam sekiz kişi masaya oturduğumuzda masada 24 ağzına kadar yemek dolu tabak vardı:)) Ev sahibi tüm yemekleri tabaklara koyup yerleştirmişti.

Genelde çorba servis edilir bittiğinde diğer yemek servis edilir şeklinde ilerleyen düzen tüm yemeklerin masada olmasıyla oldukça ilginç bir hal almıştı.Bir tabakta şehriye çorbası, birinde içli köfte ve pilav diğerinde de güveç.Ve hepsi tepeleme dolu.Kişi başı 8 tane içli köfte var ve bu kişilerin içinde Duru da var.

Ev sahibi için kolay bir yöntem ama masada elini koyacak yer bile olmaması , o kalabalıkta herkesin tabağının birbirine karışma şüphesi ve yemeklerin elbette soğuması gibi sebeplerle benim tercih edeceğim bir yöntem değil.Aklınızda bulunsun ama :P

Adana'da yeni açılan bir kebapçı eşimin arkadaşı olması ve çok lezzetli kebapları dolayısıyla iki kez iftara gittiğimiz bir yer oldu.Duru pek Adana kebap sevmez o yüzden ona lahmacun , kaşarlı pide ya da pirzola siparişi veririm.Burada da ilk gittiğimizde pirzola istedim ama çok geç geldi ve geldiğinde tamamen yanmıştı:)

Arkadaşımıza tabağı gösterdiğimizde alıp içeri geçti ve eşimin gözleri önünde pirzolaları ustaya fırlatmış.Biz insan ustasıyla kötü olur mu telaşına düştüğümüzde o "bunu iyi ki size yapmış bir yabancıya yapsa ne yapardım ben? Bu şekilde kömür olmuş bir yemek müşteriye servis edilir mi? Bu bana ihanettir" şeklinde cevap verdi.

Hemen yerine gelen Adana kebaplar ise Duru'nun bayıla bayıla yemesi sebebiyle gözemiz oldu.En tok zamanında bile orada Adana kebap yiyor şimdi.Çok mesudum.








Canımız, birtanemiz Sezer'le de bir iftara gittik.Biz yine bir kebapçı önermiştik ama Sezer'in et sevmemesi sebebiyle içimiz de pek rahat değildi.Sonra Seyhan Oteli'nin harika bir açık büfe iftar servisi olduğunu öğrendik.Gerçekten çok başarılıydı.

Sezer Duru'ya harika bir etek ve bluz almıştı.Gideceğimiz gün iş yerinde bana verdi.Evde Duru tül prenses eteğini görünce resmen delirdi ve yemeğe elbette onları giyip gitti.

Seyhan Otelinde yemek sonrası biz otururken Duru orada bulunan bir sürü akülü araba ve motorsiklete bindi.İlerleyen saatlerde oldukça ustalaşmıştı:



Gül Ablalarla da bir iftar yaptık elbette.Defne ve Duru'nun yemek sonrası oyun parkında oynuyor olması gecenin bonusuydu.


Yine arkadaşımızın kebapçısındayız:



Hakkımda

Bir anne, bir baba ve bir de çocuk.Aşk dolu, neşeli ve eğlenceli bir hayat umuduyla..